Üniversitelerimiz, Çapulculuk ve Vandallık üzerine...

13 Temmuz 2015 - 18:07
Lise mezunları bugünlerde harıl, harıl üniversiteli olmaya, üniversiteler de harıl, harıl öğrenci pardon müşteri arıyor... 
Yani gençlerimiz üniversiteli işsizler ordusuna katılmak için koşuyor...

***

Aşağıdaki sözler büyük bir şirketin Türkiye İcra Kurulu Başkanı'na ait: 

Bazı üniversitelerin yaptığı reklamlar ibretlik;
YÖK denilen kurum aileleri ve çocuklarımızı kandırmaktan vazgeçmelidir. Üniversite! bitirip ortalığa dökülen milyonlarca genç var.
Nitelikli ara işgücü bulamıyoruz. Üniversite bitirdim diye eline diploma alan,ben ne zaman müdür olacağım demeye başlıyor.
Buradan YÖK’e sesleniyorum, gelecek üç yıl içinde binlerce meslek eğitimli işçi istihdam edeceğim. Üniversite mezunlarına ise kapım kapalı.
Ailelere sesleniyorum, Sitcom Üniversitelere çocuklarınızı gönderip hayatlarını karartmayın. İş bulamazlar.
Anadolu’nun köylerine uluslararası ilişkiler bölümü açan YÖK, yazık değil mi bu çocuklara, onlara ümit bağlamış ailelere?
Üzülerek söylemek zorundayım, lütfen bana Üniversite! mezunu CV yollamayın. Bakmadan çöpe atıyorum
YÖK eğer talep ederse, çöpe attığım Üniversite mezunlarının CV’lerini kendilerine hediye edebilirim. Çöp kutum dolu zira. 
Gecekondu üniversiteler kuruluyor.Buralardan mezun çocuklarımız ve ailelerin beklentileri yükseliyor. Sonrası vahim!


***

Evet durum vahim. Hem de çok vahim! 200'e yakın üniversite olan ülkemizde uluslararası itibara sahip üniversite sayısı bir elin parmaklarını geçmez! 

***

Bu vahim noktaya nasıl geldik! Anlatayım:
Atatürk 1928 yılında kara tahtanın başına geçer ve harf devrimini başlatır. Yobazların "Bir günde cahil kaldık" dediği o hamle, Türk Aydınlanmasının en önemli kilometre taşıdır. 
Çünkü, "bir günde cahil kaldık" denilen o günlerde okuma yazma oranı %4-5 bile değildir.

***

Okuma yazmayı kolaylaştıracak Latin harflerinin kabulünden sonra sanayide, tarımda olduğu gibi eğitimde de planlamalara gidildi.

Yine o dönemde nüfusun %80'lik bölümü köylerde yaşıyordu. Hem tarımda hem de eğitimde kalkınmayı sağlamak, "Çalıkuşu" romanındaki karakter gibi (Çalıkuşu Feride) gönüllü ve özverili öğretmenlerin sayısını arttırıp aydınlanmayı köylere yaymak için Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç'un çabalarıyla Köy Enstitüleri açıldı. 

Köy Enstitüleri, aralarında Fakir Baykurt, Ümit Kaftancıoğlu, Talip Apaydın ve Mahmut Makal gibi aydınların da bulunduğu, 1.308'i kadın 17.251 köy öğretmeni yetiştirdi.
Ayrıca, 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirdi. 750.000 yeni fidan dikti. 1.200 dönüm dağı bakıp bağ haline getirdi. 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santralı, 28 su ve tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol yaptı...
 
Artık, "Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim"di. Ve Memlekette, yiğitliğini, zaferlerini, inkılaplarını anlatan bir şiir yazan Behçet Kemal Çağlar’a ; “Olmamış. Benim asıl niteliğim var ki onu hiç yazmamışsın… Ben milletimin öğretmeniyim, bunu yazmamışsın!.” diyen Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK vardı.
 
***
 
Sonra, O iyi, güzel ve kahraman insan, o güzel atına bindi, çekip gitti! 
 
Artık Komünizmin geleceği korkusuyla kış uykusuna yattığımız "Soğuk Savaş" dönemi başlamıştı. ABD, Truman Doktrini ile yaptığı "yardım"(!)lar Karşılığında, bizden "5 Yıllık Kalkınma  Planları" ve "Köy Enstitüleri" gibi 'Sovyet"(!) sistemine benzer uygulamaları kaldırmamızı istedi. 
 
"Milli Şef" direnemedi. Karşı Devrim başlamıştı. Milli Demokratik ve Kültür Devrimi ilkeleri yavaş, yavaş terkedilmeye başlandı. 
 
"İş için, iş içinde eğitim ve  yaratıcılığı" ilke edinen Köy Enstitüleri, önce  ezberci eğitim veren öğretmen okullarına dönüştürüldü, ve 1954'te de -DP iktidarında- kapatıldılar...
 
***
 
Her iktidar, her yıl eğitime "parmak" attı. Her parmak eğitimi gericileştirdi. Bilim, sanat,  aydınlanma terk edildi. Hurafe, bağnazlık yerleştirildi. Dini referanslar temel ilke oldu...
 
Okumamaya başladık. Çalıkuşu, Reşat Nuri Güntekin'in 1922 yılında yazdığı bir romandı. Biz O romanı okumak yerine Tv'deki ucuz bir "Aşk" dizisine dönüştürülmüş halini izledik. 
 
O okullardan mezun olanlar, gericiliğin değirmenine su taşımaya başladılar. O değirmenler, yeni mezunlar verdiler. Kısır bir döngüydü bu. Gericilik bir çığ gibi büyüdü. Mülkiye, Adliye, Tıbbiye ve hatta Harbiye'ye hakim oldu..
 
***
 
Artık dini söylemler esastı...
 
Öyle ki, insanlar, kurumlar ve hatta partiler birbirlerini dini söylemlerle eleştirmeye başladılar. Bir Bilim Kurumunun (TÜBİTAK) başındaki zat, bilimin Allah'ı inkar etmek anlamına geldiğini söyledi. Kur'an ile seçim meydanlarına çıkılmaya başlandı. Bir siyasetçi Ramazan Ayı'nda çay içtiği, bir başkası da domuz eti yediği için eleştirildi. Ve Atatürk'ün kurduğu parti "Dinsiz ve İnançsız" olmakla suçlandı. Oysa birine ve/veya bir gruba "dinsiz" demek Allah'a şirk koşmaktı. (Bakınız ben de dini söylem kullandım)
 
***
 
Oysa dini söylemleri esas alırsan, başka bir partiliyi, "dinsizlik ve inançsızlık"la suçlarsan ve senin Genel Başkan'ın bu konuya sadece sofistike bir iki sosyal medya mesajıyla yani yarım yamalak karşı çıkarsa, bir başkası da senin Genel Başkan'ının fotoğrafına bakıp "Ramazan'da önündeki çay bardağını" konu eder...
 
Sen dini söylemleri esas alırsan, Doğu Türkistan Maarif ("Maarif"in kelime anlamı, bilgi, kültür, eğitim ve öğretim sistemi olması ne kadar da anlamlıdır) ve Dayanışma Derneği üyesi cübbeli, kara çarşaflı güruh, "demokratik"(!) haklarını kullanıp, vandallık yapıp yolda rastladıkları "çekik gözlü" bir genç kızı linç etmeye kalkar...
 
Ve nihayet, dini söylemleri esas alırsan, Gezi Direnişi'nde "çapulcu" dediğin, barışçıl eylemci on binlerin üzerine tomanla, zehirli gazınla, silahınla giden, sen, bu vandallara ses çıkaramazsın! 
 
Yani dini söylemleri esas alırsanız çıkmaz sokağa girer, çıkamazsınız...

    :

    :

    :

    :

    "Üniversitelerimiz, Çapulculuk ve Vandallık üzerine..." hakkında Tweetler
    YAZARIN DİĞER YAZILARI
    https://twitter.com/KarsiGazete