Karanlıkta gelenlerin adaletsizliği karşısında gözün vicdanı

14 Temmuz 2015 - 03:48
Yatağan termik santralinde özelleştirme süreci sonunda ihaleyi kazanan şirketin termik santrali devralmaya gelmek için gecenin kör karanlığını seçmesi, sezgisel bir bilgiyi apaçık kılıverdi: Son yıllarda hukuk çevreleri tarafından evrensel hukukun dışında kabul edilen ancak yasal dayanaklar öne sürülerek gerçekleştirilen hükümetin radikal icraatları, karanlıkta başlamaktadır; toplumun gidişatına yön veren pek çok şey gece gerçekleşmektedir. Balyoz, Ergenekon, OdaTv, KCK davalarının açılmasına yol açan tartışmalı çoklu mahkemeler;  ODTÜ ormanlarının kesilerek yol inşaatının başlaması; Yatağan termik santralinin gece devredilmesi girişimi… Geriye doğru bakılınca gece başlayan operasyonların sayısı ve türü artabilir de.  Karanlık,  hukuksuzluklara karşı yükselecek çığlıkları zifiri derinliklerine doğru çekerek,  toplumun çeşitli kesimlerine yaşatılan haksızlıkların günışığında cisimleşmesinin önlenmesi için adeta stratejik bir zaman tercihi gibi belirmektedir. Yaşadıkları adaletsizliklerin  insanların yüzlerindeki, bedenlerindeki çığlıklarındaki karşılığını, toplum görmesin tanıklık etmesin diye kötülük, zifiri karanlıklarda görünmez kılınmaya çalışılmaktadır. Karanlık, örtmektedir, ya da örttüğü varsayılmaktadır.

Oysa kötülüğün kötülük olmaklığı, karanlık ile ikiye katlanır hep. Gündüzün apaçık tanıklığında olağanlaşabilen olağanüstülük, gecenin köründe umulmayan bir sarsıcılıkla gerçeklik alanımıza dahil olur. Karanlıkta, evinizin kapısı yıkılırcasına çalınıp sevdiğiniz kitaplar ve çoraplarınız çamaşırlarınız alt üst edilirken, kimsenin güvende olamayacağı bir dünyanın kapılarından bir öteki dünyaya geçersiniz. Ya da erken işbaşı yapılacak günün öncesinde uykuya dalmadan, artık gidilecek bir fabrikanın bırakılmadığı sermayenin ele geçirme sürecinin son aşamasına dur demek için, yorgun gövdenizi yoldaşlarınızla birlikte dışarıdaki karanlığa emanet edersiniz. Kampüsünüzün içindeki, tiyatronuzun bahçesindeki, tarlanızın ortasındaki ağaçların kesilmemesi için, gece gündüz nöbet tutarsınız sıcak bir çayın buharı ve dayanıştığınız insanlık eşliğinde. Ağaçların yere gürültüyle düşüşü, kara gecenin içinde kayboluverir. Karanlık, sesleri, çığlıkları yutar.

Karanlıkla birlikte başlayan radikal yıkıcılığın nesnesi, sadece adaletsizce  yakasına yapışılanlar değil; bütün bir toplumdur esasında. Bütün bir toplumdur, çünkü karanlıkla gelen zalimliği ve adaletsizliği, ucu kendilerine dokunmadığı sürece görmezden gelerek, çok temel insanlık değerlerinin erozyona uğramasına seyirci kalınmıştır. Böylelikle içinde yaşayacakları toplumun gelecekte nasıl bir toplum olacağını, göstermedikleri direniş ve olmayan dayanışmaları ile belirlemişlerdir. Belki adaletsizlik, Joseph Conrad’ın adını verdiği “karanlığın yüreği” sayılabilecek ürkütücü bir yerden gelmektedir. Ancak onu çoğaltarak Conrad’’ın romanındaki emperyal figür Kurtz’un haykırdığı o taşınamaz “dehşet”e dönüştüren şey, toplumun bu adaletsizliklere olan kayıtsızlığıdır.

Bu apaçık görüneni görmezden gelme halini  en iyi “ulan hepiniz oradaydınız!” tümcesi ifade etmektedir.  Doğru, hepimiz oradaydık, ekranların başındaydık elleri kelepçeli aydınlar, yazarlar, gazeteciler, akademisyenler, sendikacılar, siyasetçiler, öğrenciler, hapishanelere tıkılırken; gencecik çocuklar sokak aralarında öldüresiye dövülürken, polis kurşunlarına hedef olurken, ağaçlar katledilirken, Yatağan özelleştirmesi ve diğer özelleştirmeler doludizgin sürerken, özelleştirilmiş maden ocaklarının karanlığında işçiler kaybolurken…Karanlığın gerçekliği inşa edilirken, yaptıklarımız ve yap(a)madıklarımızla hepimiz oradaydık.

Geldiğimiz noktada toplumsalın vicdanı, çoğunlukla seyreden olmaktan öylesine muzdariptir ve bakmayı seçip görmeyi seçmeyişinden o denli kanamaktadır ki, karanlıkta gelenlerin “adaleti”nden medet uman ve himayesine sığınan sanatçısına da, siyasetçisine de, bilim insanına ve sporcusuna da artık tahammül edememektedir.

Şimdilerde toplumsal, kendi vicdanına başvurmaktadır ve sahip çıkmaktadır. Karanlıkta çevrilen adaletsizce işleri bir dönem görmezden gelmeyi seçerek ödediği bedeli, misliyle fatura etmektedir bu himaye arayışındaki güçsüzlük figürlerine: yandaş diye adlandırılan gazetecilere, sanatçılara, sporculara, bilim insanlarına. Çünkü geçmişten gelen adaletsizliklerin süregelen anısı, adaletsizliklerin düzeltilmesini kaçınılmaz biçimde gündeme taşımaktadır. Bu düzeltmeyi sağlamak için, muktedirle mağdur arasında son on yılda yer değiştirmiş olan ince sınır, toplumun bilinçdışında yeniden inşa edilmektedir.  Muktedirin ne ve kim(ler) olduğu, günışığının altında değil; tam da karanlıklardan gelen adaletsizliklerde iyice belirmektedir.  

Son olarak karanlığı ve adalet arayışlarını ilişkilendirirken, yirminci yüzyılın ünlü filozoflarından Merleau Ponty’nin, “her görünenin görünmeyen olduğu”na dair görüşünü, her görünmeyenin görünen olduğunu söyleyerek yankılayabiliriz belki. Toplum, karanlığın örtmesi umulan bütün haksızlıkları, adaletsizlikleri vicdan gözüyle görmektedir; geriye dönüşlü ve görece gecikerek de olsa… Toplum,  bu kendi üzerine düşünmeyi Gezi olaylarından itibaren radikal biçimde ve aralıksız gerçekleştirmektedir. Asenkronik bir biçimde de olsa son on yılda algıladığını, şimdi vicdan gözüyle görmektedir. Ve toplumun en azından yarısı, gördüğünü görmüyormuş gibi yapmaktan usanmıştır. Suçunu kabullenmektedir: görmeyerek, göz ardı ederek adaletsizliklerin çoğalmasına yol açan suçunu kabul etmekte ve tam da bunu yaparak kendi tarihinin, geleceğinin öznesi olmaya yön tutmaktadır. Gezi sürecinden başlayarak bu vicdan gözü, zannedilenin tersine hükümetin ve siyasilerin üzerinde olmaktan çok, adaletsizlikleri görmezden gelmeyi sürdüren, kendindeki ötekiliğin üzerindedir.



    :

    :

    :

    :

    "Karanlıkta gelenlerin adaletsizliği karşısında gözün vicdanı" hakkında Tweetler
    YAZARIN DİĞER YAZILARI
    https://twitter.com/KarsiGazete