close

Hayırlı "Darbeler"!

31 Ağustos 2015 - 08:45
İşler iyice şirazesinden çıkmaya başladı. Türkiye, mevcut hükümete karşı ülkedeki bütün siyasal ve toplumsal unsurların darbe yapma teşebbüsüyle suçlandığı, dünyadaki tek örnek olarak parlıyor. Pırıl pırılız. Demokrasiyi, sadece on iki yıl önce siyasal iktidarı seçimle elde etmiş bir siyasal partinin sürekli iktidarda kalabilmesi olarak anlayan bir ülke olarak örneğiz. Demos’un yani halkın, siyasal iktidarın şekillenmesi ve oluşum süreçlerine, bütün katılımcı yöntem ve müzakereci usuller aracılığıyla dahil olabilmesine yönelen günümüz demokrasi kavramı, bizim icat ettiğimiz demokrasi kavramının yanında öyle basit, öyle zayıf öyle yetersiz...Evrensel bir kavram olup olmaması da önemli değil; uymuyor işte bu toplumun gerçeklerine dinamiklerine. Demokrasi, siyasal iktidarın seçimlerle el değiştirmesinden ibaret bir şey olarak yutturulabilse ahaliye ve ülkedeki bunca muhalefetin, karşı çıkışın, farklı seslerin tamamı da darbeci olarak etiketlenebilse, daha da zenginleşecek, gelişecek demokrasimiz ama olmuyor, olamıyor!

Gün geçmiyor ki, kendisine havalı bir ad bulan yeni toplumsal hareketler, muhalif yurttaş platformları ortaya çıkmasın… Hükümetin işi hiç kolay olamıyor o nedenle. Bütün bu muhalefet dalgasını, sadece birkaç yöneticiye duyulan antipati, öfke ve düşmanlık olarak görerek bastırmaya çalıştıkça, ahalinin kızgınlığı bir yerlerden pırtlıyor, patlıyor, püskürüyor.

Statlardan muhalif sloganlar gelince futbol kulüpleri, kampüslerden ses yükselince üniversiteler, medyadan cılız da olsa itiraz sesleri başlayınca muhalif medya hemencecik “darbeci” ortamlar ve unsurlar olarak hesap vermeye buyur ediliyorlar. Bir süredir darbe paranoyasının yukarıdan aşağıya bütün topluma nüfuz ettirilmesine çalışıldığı; ancak bu yapılmaya çalışıldıkça da darbe parodisine dönüşen siyasi bir tiyatro sahnesindeyiz hep birlikte. Aslında “her yer Gezi her yer direniş” diye haykırılsa ve oraya buraya kazınsa da, duvarlara yazılmayan ancak akıllara kazınmaya çalışılan en öz hakiki ‘gerçek’ “her yerde darbeciler, her an darbe olabilir” korkusudur.

Yalnız ortadaki acaip durum şu: darbenin bugüne kadar Türkiye’deki asıl aktörleri olan ordu, hiç de darbe yapacak kıvamda değildir. Peki kim yapacak bu “darbeyi”? Toplumdaki birtakım güç odakları işte: futbol taraftarları, üniversite öğrencileri, işçiler, gazeteciler, aydın-yazar-çizer tayfası, sen ben bizim oğlan yani! Öyleyse söz ettiğimiz şey, sivil darbe paranoyasıdır bu saatten sonra. İlginç olan nokta tarihteki ilk darbenin de bir sivil toplum darbesi olmasıdır. Pzistrat isimli Atinalı soylu bir asker öncülüğünde halk, topyekun kalkışıp silahla Akropol’ü zaptederek iktidara el koymuş ve meşhur Solon’u devirmişti, birkaç saat içinde hem de. Varolan diktatörlükler bütün unsurlarıyla çökertildikten sonra kurulan geçici “demokrasiler” de kısa ömürlü oluyordu. Halkın kışkırtıcı liderler tarafından ayaklandırılmasıyla birkaç saat içinde iktidarın el değiştirdiği işlemler, neredeyse günlük işlerden biri haline dönüşüyordu. Politik mücadelelerin darbe ile sonuçlanması, sadece Batı demokrasi tarihine özgü de değildi kuşkusuz. Yalnızca baştaki hükümdarın devrilmesine rağmen varolan düzenin olabildiğince korunduğu Doğu usulü darbelerin ilk örnekleriyle İran’da karşılaşmaktayız. Bunda düzen değişmediği için ahalinin, hükümdarın devrildiğinden çoğu kez uzun süre sonra haberi olurdu.

Geçmişten günümüze askeri darbenin ne olduğunu toplumsal deneyimlerimizle de biliyoruz:  demokrasiyi kesintiye uğratan, onu bozan ve “siyaset dışı” sayılan ancak esasen gayet siyasi bir aktör olan silahlı kuvvetler tarafından yapılanıdır. Peki geçmişten günümüze baskıcı rejimlerin, otoriter ve totaliter yönetimlerin korkulu rüyası olan “sivil darbe” nedir? Sivil darbe, askeri darbeden farklı biçimde, siyasal alanın olağan ve zorunlu aktörü olan sıradan halk tarafından varolan düzene karşı ayaklanmadır. Neden halk, varolan düzene karşı ayaklanır? Bu soru, günümüzde siyasal iktidarın girdiği “sivil darbe” paranoyasını kavramak açısından önemlidir. Sivil darbe, sivil toplumun yani halkın radikalleşmeye başlamasıyla birlikte bir ihtimal olarak siyasal söylem alanına dahil olur. Halkı radikalleştiren ise, bir lidere duyulan düşmanlıkla ya da sempatiyle açıklanamayacak kadar karmaşık bir süreçtir. 

Bir ülkede toplumu radikalleştiren dinamikler neler olabilir? Her şeyden önce varolan siyasal özgürlükler alanının daralması, yolsuzlukların ve idari yetersizliklerin yoğunlaşması, anayasanın işlemez hale gelmesi ve siyasi sistemin bir çok aktör ve unsurunun sistem içindeki inisiyatif ve hareket alanının azalması, mevcut rejime muhalefeti gün be gün arttırır. Bunun üzerine bir de hükümetlerin sivil topluma ve demokratik sisteme ilişkin vaatlerini yerine getiremez ise sivil toplum radikalleşmeye başlar. Adına “ihtilal” ya da “devrim” de denilen sivil darbeler uzun süreli olmasa da, demokrasiyi iptal eden sonuçlarıyla birlikte ortaya çıkarlar.

İster askeri darbeler isterse halk ayaklanmaları olsun, yönetimin ve düzenin şiddete dayalı olarak değiştirilmesi, temelde söz konusu ülkelerde siyasi iktidarın “yokluğunun” ya da “eksikliğinin” göstergesidir. Darbeler, varolan siyasal simgesel düzendeki siyasal irade boşluğunu açığa vururlar. Siyasal irade boşluğunun ortaya çıkışı ise aşamalıdır. Herşeyden önce çağdaş katılımcı ve müzakereci demokrasilerde siyasal irade, sadece hükümet eden siyasal partinin iradesi olarak anlaşılmaz. Siyasal irade, bir partinin tek başına ve çoğunluğa dayanarak sürdürdüğü egemenliği ifade etmez.  Tam tersine, çoğunluğun dışında kalanların sözünün ve isteklerinin de sistem içinde az-çok karşılık bulduğu  bir hegemonyanın kurulmasını ifade eder.  İyi kurulan bir hegemonya, hakim siyasal partiden gelen “ben söylüyorum”un “halk söylüyor”a dönüştürülebildiği hegemonyadır. Demokrasinin işleyişi, hegemonyanın zor ve baskıdan çok, halkın rızasına dayalı olmasıyla mümkündür.

Yine işleyen demokrasinin niteliği ise, iktidar uygulamalarının olabildiğince dolaylı biçimde gerçekleşmesiyle ölçülebilir.  Diyelim ki 16 yaşında bir lise öğrencisini yöneticilere hakaretten içeri yakasından tutup içeri attığınızda, ya da toplumsal muhalefet unsurlarını tek tek tutup medya meydanlarında “sallandırdığınızda”, halkın iletişim hakkını işinize geldiği zaman kısıtladığınızda, iktidarın gücü, olabilecek en doğrudan biçimde halkına yönelmektedir. İktidarın bu kadar dolaysızca ve kaba deneyimlenmesi ise, hiçbir topluma iyi gelmez kuşkusuz.

Açıktır ki Türkiye’de siyasal iktidar, uzun bir süredir böyle geniş kapsamlı bir hegemonyayı kurabilme kapasitesini yitirmiştir. Bu kapasiteyi yitirdikçe de, iktidarını doğrudan ve güçlü biçimde, aşağıdan yukarıdan, tekile genele fark etmeksizin dolu dizgin uygulayabilmektedir. Böyle yaptıkça da baskıcı nitelikte bir siyasal iktidara dönüşmektedir. Özgürlükler alanını daraltmaya ve iktidarı dolaysızca uygulamaya yönelik her yeni adımda, bastırmaya çalıştığının muazzam bir geri dönüşü ile karşılaşmaktadır. Bununla karşılaşan her siyasal iktidar, kuşkusuz ki afallar.  Ve afallayan hemen her siyasal iktidarın yaptığı kısır döngüye düşer: özgürlükler alanını daha da daraltma kısır döngüsüne…

Türkiye’de mevcut siyasal iktidarın büyük çaresizliği işte tam da buradadır: Demokratik siyasallığın koşullarını sağlayamayan bir iktidar tarzı uzun süreli olamaz. Üstelik mevcut siyasal iktidar, bu durumun bilincine varamamıştır da. Özellikle işbaşındaki devlet adamlarından gelen, toplumsal muhalefetin türlü biçimlerinin bizatihi kendisini “darbe”girişimi olarak nitelemeye yönelik ısrarlı tutum, durumun yeterince bilincine varılmadığını göstermektedir.  Varılmadığı için asıl yapılması gereken işlem olan toplumsal muhalefeti baskılamanın terk edilmesi ve özgürlükler alanının genişletilmesi olması gerekirken, hükümet, “sivil darbe” kavramından bir sembolik ekonomi yaratmayı tercih etmektedir. Bu kavrama dayalı bir sembolik ekonomi, gazetecilerin ve bazı akademisyenlerin katkılarıyla üretiliyor gibi görünmekle birlikte, kısa ve orta vadede siyasal egemenliğin toplumsal hegemonyaya dönüşmesine ket vurmaktadır. Yani toplumsal muhalefete yönelik “sivil darbecilik” suçlamaları, siyasal iktidarın artık Türkiye’de sadece belirli dar kesimlerin çıkarlarını temsil ettiğinin ve anti-demokratlığının göstergesi haline gelmiştir.

Artık toplumsal muhalefetin herhangi bir aktörünün “darbecilik” suçlamasıyla baskı görmesi, ve yargılanması, siyasal iktidarın gücünün değil güçsüzlüğünün göstergesidir. Bu paradoks, tam da muhalefetin yararlanabileceği ve siyasal iktidardan kaynaklı darbe söylemlerini yerle bir edebileceği muazzam olanakları işaret etmektedir. Ancak bu olanakları yönlendirebilecek atik ve kararlı muhalif  bir siyasal partinin varolup olmadığı, asıl  tasalanılması gereken durumdur. Gidişat bu konuda pek de umut verici değildir.


    :

    :

    :

    :

    "Hayırlı "Darbeler"!" hakkında Tweetler
    YAZARIN DİĞER YAZILARI
    https://twitter.com/KarsiGazete