Radikal Dini Hareketler ve İslam

23 Kasım 2015 - 06:00
İslam radikalleşmemiştir. Radikalizm İslamlaşmıştır.

İslam'ın radikalleştiği düşüncesi, sömürgeci aklın ürünü iken, radikalizmin islamlaşması gerçeği, yine aynı eksenin üretimidir.

Radikal dini grupları, İslami fundamentalizm ile kodlamak tarihi bir hatadır. Keza, temele dönüş manasına gelen fundamentalizm, ortaya çıktığı iklimde; 'incilin özüne dönüş çağrıları yapan evanjeliklerin' tanımlanmasında kullanılmaktaydı. Eğer İslami fundamentalizm varsa, 1400 yıldır barış çağrısı yapan Kur'an özütünde şiddeti ihtiva ediyor demektir. Hal böyleyken, Kur'an'ın temel ilkeleriyle çelişen bu durum, bu kanlı sürecin fundamentalizm olarak kodlanmasını engeller mahiyettedir.

Aslında olan ise, radikalizmin dinselleşmesidir. Günümüzde bu kavramsallaştırmaların oluşmasını sağlayan IŞİD ve benzeri terör organizasyonları, metodolojik açıdan baktığımızda; 'fundamentalizmin temsiliyeti açısından evanjelikler ile aynı yöntemsel düzleme oturur.' Evanjelizm, dini metni doğrudan yoruma kapatarak, yani ictihad kapılarını kilitleyerek, kelime kelime yorumsuz bir tatbik esasından bahsederken, IŞİD'in beslendiği vahhabi-selefi akaid, aynı anlayışla, Kur'an ve Hadislerin motomot ele alınması ilkesini savunur.' Bu bağlamda, ictihad kapılarını sonuna kadar kapatarak, muhkemiyat diye tabir ettiğimiz esasları, belli bir sığ yorumlama ekseninde ele alır.

Bu okuma biçiminin en önemli merkezi, bugün Vahhabiliktir. Vahhabilik, rivayetlere baktığımızda 'İngiliz Emperyalizminin yarattığı bir okuma biçimi' olarak görülür. Peki neden ve niçin?

Doğu halkları bir bütün olarak kitabı halklar değildir. Yani okumak suretiyle hadisatları ele almak gibi bir genel davranış biçimi yoktur. Daha çok yaşayarak, yaşayan sözel kültürel miras ve dinamikleri gözlemleyerek pozisyon alan bu toplumsal gerçeklik, mabedlerle, türbelerle ve tarihiyle varolmak zorundadır.
Eğer Kerbela varsa, ve sembollerin dünyasıyla bezenmişse, o varlığı gözlemleyen ve içselleştiren herkes 'zulme karşı mücadele' şiarını ilkesel bir hale getirir. Ama eğer Kerbela, hem zihinlerden hemde fiziksel alemden yok edilirse, bu ilke genetikleşmez.

Bu bağlamda, Vahhabilik; 'doğu toplumlarını harekete geçiren, onları belli bir politik hareketliliğe sevk eden, onlara ruh ve anlam yükleyen tüm bu değerleri yok etmeyi, akaidinin omurgası olarak kodlamıştır.'

Eğer Nevşehir'de ki Hacı Bektaş külliyesini yok ederseniz, ortaklaşmacı-kamucu kültürel dinamikleri yok etmiş olursunuz. Aynı şekilde Sultanahmet Camii'ni yok ederseniz, medeniyet(?) aklını yok etmiş olursunuz. Bu gerçekliğe binaen, Vahhabizmin ortaya çıktığı evrelerde yaşanan meşhur Kabe baskını, Kabe'yi yakma ve yıkma girişimi, ihram; yani eşitlik ilkesini ortadan kaldırmaya yönelik bir eylemdi. Tarihine baktığımızda, çok net olarak 'sovyetlerin çöküşüne ve ortadoğunun bu eksende örgütlenmeye çalışıldığı bir döneme denk gelmesi' son derece manidardır. 

MUHAFAZAKAR DEMOKRASİ VE RADİKALİZM

Türkiye'de 28 Şubat süreci yaşanan gelişmeler herkeste ekseri olarak şu görüşün belirmesini sağladı; 'AKP eliyle, muhafazakar alan radikalizmden arınarak sisteme entegre oluyor.' Dolayısıyla, AKP; özellikle liberallerin kalemlerinden dökülen satırlarda 'dini radikalizmin sisteme entegre olması ve demokrasinin içselleşmesi adına bir şans olarak görülmekteydi.'

Fakat unutulan ya da sosyolojik açıdan yeterince tahlil edilmeyen bir gerçek vardı. Radikalizm dinselleşirken; 'mevcut modernleşme tezlerine karşı çıkıyor, kendi meşruiyetini moderniteyle savaşarak sağlıyordu.' Gerek örgütlenme metodu, gerek yaşam tarzı açısından radikal dinsellik; 'mevcut modernleşme tezlerini reddederken, bir uygarlık aklı üretmiyordu.' İşte bu nokta çok önemlidir. Bir hareket, mevcut olanı yıkarken; yeni bir akıl üretmiyorsa, mutlak anlamda mevcut olanın varlığını güçlendirme esasına dayanır.

VE AKP, batı tarzı modernleşmeyi muhafazakar topluma şırınga ederken, aslında radikalizme alan açtı. Ve radikalizm, Türkiye'de alternatif bir siyasal örgütlenmeye dönüştü. Bu bağlamda, 'muhafazakar demokrasi ile radikalizm' arasında kopmaz bağlar ve görünmez duvarlar vardır.  Dolayısıyla, 'yanlış kodlanan bir İslamcılık teziyle varlık sahnesine çıkan AKP, bu yanlış okumadan kaynaklı bir dönüşümün bedelini ödemektedir.' Ortaya çıkardığı şey ile, geldiği nokta arasındaki uçurum, bugün yaşanan gerilimin temel nedenidir.

POLİTİK KUTUPLAŞMA VE ÇELİŞKİLER

Kayseri'nin bir köyünde yaşayıp AKP'ye oy veren Ayşe teyze, muhafazakar biridir. Tandırda ekmek pişirir. Ekmeğin ihtiyacı kadarını yer gerisini komşularına ikram eder. Bu ekonomik ilişki 'solda duran bir ilişkidir.'

Aynı şekilde İstanbul'un lüks semtlerinde yaşayan ve CHP'ye oy veren Ayşe hanım, Cumhuriyetçidir. Fabrikalarından elde ettiği geliri bankaya yatırır. İşçilerine asgari ücretin biraz üstünde maaş verir. Üretimden doğan artı değeri kendi elinde toplar. Bu ekonomik ilişki ise 'sağda duran/kapitalist bir ilişkidir.'

Solda duran CHP, neden İstanbul'lu Ayşe hanımdan oy alırken, Kayseri'li Ayşe teyzeden oy alamaz?

Oysaki Türkiye'de iktidarı; çoğunluk olan Ayşe teyzeler belirlemektedir. Elbette, merkezi siyaseti nedeniyle CHP, İstanbullu Ayşe hanımdan oy almalı ve onu sosyal demokrasi normları içerisinde dönüştürebilmelidir. Ama esas oy alması gereken kişi Ayşe teyzedir.

Ama Ayşe teyze, paradigma tuzağına düşmüştür. Esasen kutuplaşmanın temeli olması gereken ekonomik ilişkilerden ziyade, O'nun dünyasında 'ritüelistik inançlar, kültler ve yaşam tarzları' kutuplaşmanın temeline dönüşmüştür.

Bu, bizim kutuplaşma iklimimizin gerçekçi temellere dayanmadığını gösteren bir durumdur.

Bu durumun temel nedeni, AKP iktidarının toplumu kutuplaştırma yöntemidir. AKP kutuplaştırırken, Kayserili Ayşe Teyzemizi gerçek çelişkileri algılamaktan alı koydu. O'nu, hayatı ve toplumu anlamak içim üretim tarzını esas alması gerektiği bilincinden uzaklaştırdı. Bunu, Ayşe teyzenin temiz, insanlığa barış vaadeden o mukaddes inancını istismar ederek yaptı. Bu gerilim, otomatik olarak AKP'nin politik karşıtlarını farklı bir zemine kaymaya zorladı. Sistematik bir biçimde, politik tabanını konsolide ederken, en tehlikeli süreç olabilecek 'halka ve topluma yabancılaşma sorunu başgösterdi.' Bu yabancılaşma, Schumpeteryan bir demokratik elitizm yaratırken,  kitleleri tanımlama adına kullanılan argümanları da gerçek yaşamda karşılığı olmayan ibarelerle kuşattı.

Ayşe teyze, hayatı ve toplumu 'mukaddesatının getirdiği verilerle' okumaya başlarken, aslında kendisini yok etmeyi amaçlayan sistemin uç beyliklerine yenildi. Bu yenilgi, kimilerince 'cahil, yobaz, gerici Ayşe teyze' tanımlamalarına dayanan ifadelere dönüştü. Kimileri, Ayşe teyzenin 'yozlaştığı gerekçesiyle' radikalizmi O'na dayattı...

RADİKALİZM, MODERNİTE VE GELECEK

Toplamda tüm bunların Radikalizm ile ne ilgisi var diye düşünmüş olabilirsiniz. Bu ilişkiyi bir öngörü ile izah edeyim.

1 Kasım seçimleri sonrası yaşanan ve toplumun bir kesimini umutsuzluğa sürükleyen sonuç, toplumun muhalif dinamiklerini radikalleşmeye sevk edebilir. Bu durum, muhalif siyasi partilerin Çorum'lu Ayşe teyze ile bağ kurması ile engellenebilir. Çünkü, muhalif siyasi partilerin Ayşe teyze ile kuramadığı bağlar, politik değişimi engellemekle birlikte, toplumun muhalif kesimlerini radikalize etmektedir. Topluma umut vaadederek radikalizmin muhalif kesimlere yayılmasını ve bu vahim sürecin kaotikleşmesini engellemenin tek yolu, CHP'nin Ayşe teyze ile kopmaz bağlar kurması, topluma umut vaadeden bir süreç yaratması ile mümkündür. Aksi taktirde, siyasetten umudunu kesen geniş halk yığınlarının başvuracağı politik değişim davranışları, mutlak manada radikalizmi besleme potansiyeli üretebilir. Bu durum, vahşi kapitalizmin doğasında olan, baskıcı otoriter süreçlerin tabiatında olan bir durumdur.

Aynı şekilde, İslamcılığın genetik yapısını bozarak, 'modernleşme adına' kitleleri dizayn ederken, istemsizce radikalizme alan açan iktidar yapısının bu yöntemine karşı, aynı yöntemle siyaset üretmeyen ama İslami hassasiyetleri belirleyici olan toplumsal gerçekliğin teveccüh odağına dönüşebilen bir siyasi hareket, normalleşmeyi sağlayabilir. İSlamcılığın iktidar olması, doğal olarak modernleşmesini, ve akabinde radikalizmin alan bulmasını sağlarken, bunun sona erebilmesi için tek yol, İslami değerlerin özgürce varoluşunu teminat altına alacak fakat, demokratik ve eşitlikçi bir iktidar arayışı içinde olan bir siyasal aklın iktidara gelmesi gereklidir.

Bu yol ayrımında, AKP ya modernleşme tezlerini dönüştürerek 'toplumun muhalif kesimlerini radikalize edecek, ya da radikal dinselliğe alan açacak mevcut söylemlerine devam edecektir.' 3. Yol yoktur. Bu tıkanıklık, çok tehlikeli bir kutuplaşmanın habercisi olup, çatışmalı bir sürece dönüşme potansiyeline sahiptir.

Bu bağlamda yapılması gereken tek şey; CHP'nin programatik bir değişimle, mevcut değişimci ve yenilikçi Genel Başkanı öncülüğünde, Çorum'lu Ayşe teyzenin gönlüne girecek, dolayısıyla topluma ve gençliğe umut verecek ciddi bir değişim sürecini başlatmasıdır. Örgütlenme metodundan, siyasal söylemlerine varıncaya kadar, ekonomi-politik temelli bir siyaset üreterek,i AKP'nin yok etmeye çalıştığı bu zemini diriltecek, toplumu üretim tarzı üzerinden hesap yapmaya sürükleyecek yeni ve güçlü dinamikler yeşertebilir. Bu, Türkiye'nin son şansıdır. CHP'nin bu sorumluluğunun bilincinde olduğumuz gerçeğiyle, Türkiye'nin tek umudunun bu olduğunu, başka bir değişim zemini olmadığını açıkça söyleyebiliriz.

Değerli okur;
Bir süre ara verdiğim köşe yazılarıma bugünden itibaren karsigazete.com.tr üzerinden devam edeceğim.

    :

    :

    :

    :

    "Radikal Dini Hareketler ve İslam" hakkında Tweetler
    YAZARIN DİĞER YAZILARI
    https://twitter.com/KarsiGazete