Suriye dansı

2 Mart 2016 - 13:51
Tayyip Erdoğan öfke ile kalktı, Türkiye zararla oturdu.
 
Hâlbuki geldiğinde güleç yüzlüydü. Avrupa Birliğinde ne varsa bizde de o olacak demişti. İnsan haklarında ilerleme, ekonomide büyüme, adaletli bölüşüm… Ülkenin tam da böyle bir can simidine ihtiyacı vardı o sıra. Çünkü Demokrat Parti’den itibaren sahneyi tutan bağnaz hokkabazlar Cumhuriyetin getirdiği yenilikleri yolundan saptırmış, milleti de canından bezdirmişti. İster istemez millet umut vadeden bu sözlerin sahibi Tayyip Erdoğan’a yetki verip başköşeye buyur etti.
 
Nerden bilsin Tayyip Erdoğan’ın gelmiş ve gelecek en babaç mürteci olduğunu ve takiye yaptığını! Beklentilerin tam tersine Türkiye’yi önce Avrupa’dan sonra tüm uygar dünyadan tecrit etti.
 
Dünyanın hakaretlerini Beşar Esad’a yağdıran Erdoğan’ın sesiyle uyandık bir sabah. Hâlbuki gece, herkese ‘Allah nazardan saklasın’ dedirten dillere destan dünya ahret kardeşliklerinden duyduğumuz gönençlikle baş koymuştuk yastığa.
 
Atatürk, medeniyetin batıda olduğunu haber veren bilge ve bu yönde yolunu aydınlatan ışık olmuştu ümmi milletimizin. Tıpkı Hz. Peygamberin Allah’ın kelamı eşliğinde Mekkeli müşriklere Medine’deki inkişafı işaret etmesi gibi!
 
‘Yurtta sulh cihanda sulh’ gibi söylenebilecek bu en evrensel sözle dünyadaki, ‘Panislamizm Ortadoğu’da bir hayaldir’ sözüyle de bölgedeki diplomatik rotasını belirlemişti Atatürk Türkiye’nin. Bunları söyleyen Türkiye’nin kurucusuydu. İçi boş, anlamsız sözlerden ibaret olsaydı bunlar, bu sözlerin ışığında Türkiye birkaç yıl içinde dünyanın en saygın ülkeleri arasında yerini alabilir miydi?
 
Erdoğan Türkiye’nin bugünkü başı ve ‘Balık baştan kokar’ misali bu Panislamist hayalle zehirlettiği modern Türkiye Cumhuriyetini baştan Ortadoğululaştırmaya başladı. Ancak gövde direniyor!
 
Her ne hikmetse Tayyip Erdoğan için geçerli değildi Atatürk’ün bu anahtar sözleri. O, Tunus’ta domino etkisi yaparak devrile gelen diktatörlerin, Esad’a da çarparak ayaklarının önüne serileceklerinin ve yerlerinde de İhvan Güllerinin biteceği umarındaydı. Lakin Esad sarsılsa da devrilmedi. İhvandan da Ortadoğu cehenneminin en sapık zebanileri peydahlandı. Dünyanın dört bir yanından ipini koparan bu cehennem köpeklerine bizim yol verdiğimizi, silahını da kumanyasını da vermekle kalmayıp hastanelerimizde sağalttığımızı da dünya âlem gördü ve duydu.
 
Katılmamanın kaçınılmaz olduğu ikinci dünya savaşında dahi diplomatik taktiklerle savaşın dışında kalmayı becermiş Türkiye, Ortadoğu’daki mezhep savaşlarında hiç gereği yokken taraf olmanın hevesiyle yanıp tutuşmaktadır. Türk devlet geleneğinde fetihler hariç gerekmedikçe savaşılmadığını biliyoruz. Bu gelenekten gelen dünyanın en dahi kurmaylarından Atatürk de ‘Mecbur kalmadıkça savaş bir cinayettir’ diyor. Osmanlı’yı Sarıkamış’ın tipisinde boğduran Panturanizm kavalcısı Enver gibi Erdoğan da hilafet hayalleri uğruna Türkiye’yi emperyalizmin kozlarını paylaştığı Ortadoğu bataklığında helak etmek niyetindedir. Oysa bu kaygan zemindeki savaşlar kime hizmet ettiği belli olmayan onursuz, mezhepçi, terörist ve vekâlet savaşlarıdır. Bu savaşların Türkiye Cumhuriyetinin ne kuruluş ve yaşam felsefesiyle ne de geleceğiyle bir ilgisi yoktur. Dolayısıyla Türkiye asla taraf olmamalıdır.
 
Ortadoğu’da devletlerin bölünmesine yönelik olan bu savaşların yüzde yüz yaradığı bir tek devlet var o da İsrail’dir. Hiç yaramadığı ülke de Türkiye’dir. Suriye’nin Irak gibi bölünmesi, Türkiye’nin de en geç on sene içinde bölüneceğinin habercisidir. Zira Türkiye’yi içerde bekleyen tehlikeler bunu kaçınılmaz kılacaktır. O da PKK ve gelmeye devam eden mültecilerdir. Suriye’nin parçalanması, Türkiye’nin bölünmesine yönelik PKK’nın amaçlarına hizmet edecektir. Üç milyon mültecinin arasından ne kadar radikal dinci teröristin geldiğini de bilmiyoruz? Lakin gidişata baktığımızda hiç de az olmadıklarını okuyabiliyoruz. Bunların hamisinin de içerde ve dışarıda Türkiye ile hesabı olan kim varsa onlar olduğunu söyleyebiliriz.       
 
Hani Esad’ın bir namazlık saltanatı kalmıştı Şam’da? Üç saat içinde onu tahtından indirip ilk IŞİD devletinin kurucusu Muaviye’nin Camii şerifinde de zafer namazı kılacaklardı Erdoğan ile Davutoğlu! Erdoğan’ın Suriye için uygulamaya koyduğu Sünni endeksli ‘Rejimi İmha Projesi’ çökmüştür. IŞİD ve Nursa yetmemiş gibi Türkmenistanlı ve Çin’deki Uygur şeriatçılarını aileleriyle birlikte Suriye’ye yerleştirme planı da çöktü. Hatta bu politikaları geri tepti çünkü hayatta kalan bu radikal canilerin gideceği tek yer ne yazık ki Türkiye olarak görünüyor. Bu nedenle ‘Türkiye’yi kötü bir gelecek bekliyor’ diyoruz.  
 
Suriye bir mozaiktir, tıpkı Türkiye gibi. Yıkılmamasının sırrı ise kaçmayıp teröristlerle savaşan Arap, Kürt, Dürzî, Hıristiyan, Alevi, Sünni v.s. herkesin Suriye’yi kendi evi bilmesindedir. Müslüman ülkeler arasında coğrafi, seküler ve üniter yapısıyla bize en yakını Suriye olmasına rağmen ordusunun cihatçı çapulculara karşı üstünlük sağlamasının neden yöneticilerimizi mutsuz ettiğini ve deliye döndürdüğünü de anlamış değiliz.
 
Ahmet Davutoğlu, sanki iyi bir şey yapmışçasına ‘Eğer bugün Suriye’de rejim ülkenin tüm topraklarını kontrol edemiyorsa bu Türkiye’nin sayesindedir. Bu desteği sürdüreceğiz’ diyor. Biz, ilk kez Türkiye’nin egemen bir ülkede meşru rejimin ülkesinin topraklarını kontrol edememesinin sorumlusu olduğunu ve teröristlere destek vermekle övündüğünü duyuyoruz. Suriye’de teröristlerin dışında muhalif var mı yok mu ya da kim muhalif Türkiye onu bilmiyor değil, bilmek istemiyor galiba. Bölgede ılımlı İslam adı altında kökten dinci binlerce terörist grup var. Birleşmiş Milletlerin bu terör gruplarını tanımlayan söylemiyle de ters düşmektedir Türkiye. Öyle olunca da ‘Teröre karşı İslam ittifakı’ adıyla ortaya çıkan ancak kimsenin itibar etmediği sözde koalisyonun içinde buluyor kendini. Bu Türkiye’ye yakışıyor mu hiç? 
 
Çok şükür ateşkes sağlandı. Bölgede çıkar arayışında olsalar da oyun kurucular, çözüm bulma arayışı görüntüsü altında orada bulunuyorlar. Peki, ya Türkiye? Herkes Suriye sorununu yaratanın Erdoğan olduğunu söylüyor, Erdoğan’ın sorunun çözümü için masada bulunmasını kim ister veya onun sorunu çözebileceğine kim inanır ki artık?
 
Onu da geçtik, Türkiye duygusal yakınlık duysa da dünyanın terörist dediği çeteleri korumak için kara birliklerini soktuğunda, Suriye çölünde horoz gibi ortada kalmaz mı?
 
Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyetiyle uygulamaya koyduğu tüm değerler, Türk milletinin ve dünyadaki insanlık gelişiminin tarihinden ve tabiatından doğmuştur. Özellikle Demokrat Parti döneminden önce atılan her adım Türkiye’nin bağımsızlık şiarıyla paraleldir. Ancak Demokrat Parti iktidarıyla beraber emperyalizmin güdümüne girildi. 24 Ocak Kararları, 12 Eylül ve en son AKP hükümetleriyle de bu güdümlülük tam bir köleliğe evirildi. Tayyip Erdoğan ise bu evirilmişliğin seçilmiş en müntesip uygulayıcısıdır.
 
Erdoğan TBMM’ni baypas ettiği için iş buraya kadar geldi. Buradan anlıyoruz ki Erdoğan’ın derdi devletin bekası değildir. Meclisi işletmeyerek yasa dışı bir şekilde oluşturduğu politikalarla devleti kendi çıkarlarına alet etmektedir. İki bin yıllık Türk devletini kendi şahsıyla özdeşleştirmiş durumda; ‘devlet benimle vardır, ben yoksam devlet de yok’ demeye getiriyor. Bunun iyi bir ruh hali olmadığını biliyoruz!
 
Artık Türkiye’nin adı ‘teröre destek veren ülke’ ile anılmaya başlandı. Uluslararası hukuka ve teamüllere uyulmadığından dünyadaki itibarı sıfırlandı. Her konuda yalnız bırakıldı. İçeride ‘istikrar’ diye tutturulup iktidar yeniden güçlendirilince ülke kana bulandı. Terör, uyuşturucu, kara para, tecavüz, katliam, işsizlik ve iç göç gibi en uç noktalardaki insanlık dışı ve ahlâksız uygulamaların etkisine girdi ülkemiz. Bütün bunlar güvensizliği, güvensizlik de turizmden tarıma ekonomiyi ve sosyal hayatı kıskaca aldı. Fakirlik diz boyunu, kaygı ve huzursuzluk beden boyunu aştı.
 
Biz savcı değiliz ama günü gelmişse zamandan, millet olarak sabırla tuttuğumuz baklaları artık birer birer çıkarmalıyız ağzımızdan:
 
Dış politikada kıvırmayı bilmiyorsanız dansa kalkmayacaksınız. Hele bilmediğiniz dansı siz başlatmayacaksınız. Esad kötü olabilir. Lakin dünyanın tek kötüsü o değil ki, sürüsüne bereket! Hem kötüydü de neredeyse iki millet tek devlet olacak derecedeki kardeşliğinize ne demeli? Dünyanın kötülerine savaş açmak size mi kaldı? Esad’a kafa tutuyorsunuz da herkesin bayağılıklarında hemfikir olduğu Sudan, Suudi veya Katar yöneticileriyle nasıl ahbap çavuş olabiliyorsunuz? Kendinizi çok beğeniyor olabilirsiniz, iyi de dünyanın size nasıl baktığını biliyor musunuz? Herkese aynaya bakmayı tavsiye ediyorsunuz da siz neden bir gün aynaya bakmıyorsunuz. Baktığınızda, düzeltme ihtiyacı duyacağınız pek çok yönünüzün olduğundan biz son derece eminiz.
 
Bu memleketin başına ne bela geldiyse hocalardan geldi. Yasamayı, yürütmeyi, yargıyı, eğitimi ve güvenliği neredeyse hocalar veya hoca kafalılar işgal etmiş durumda. Birinci derecede bilgisine başvuracağınız, bu bölgeyi avucunun içi gibi bilen Yaşar Yakış vardı onu da kovdunuz. Sadece bölgede de değil devletin tüm dünya ile diplomasisinde size ışık olacak o kadar liyakatli bilim insanı tarihçimiz ve diplomatımız var ki hepsini görmezden geliyorsunuz. Varsa yoksa her çılgınlığınıza bir kılıf bulacak yüzü pek itaatçileriniz!
 
Suriyelilerin neyimiz olduğu ironisiyle ilgili düşüncelerimizi bir başka yazımıza konu ederiz. Sonuç olarak Allah kimseyi Suriyelilerin durumuna düşürmesin temennimizi de belirtelim. Lakin bunları söylemekle yetinmek istemiyoruz;
 
Üniter yapısıyla, anayasasıyla, kurumlarıyla, kurallarıyla, ekonomik alt yapısıyla, sosyal ve kültürel üst yapısıyla, medeni yaşam biçimiyle, huzur ve güvenliğiyle biz bu Cumhuriyeti kolay kurmadık. Hele bütün bedelleri ödeyen Türk milleti olarak biz kendi ülkemizde hak ettiğimiz sefayı sürmeden, eksiğiyle gediğiyle torunlarımıza miras bırakacağımız bu aziz toprakları ne olduklarını bilmediğimiz milyonlarca mülteciye armağan etmeyeceğiz. Çünkü onurlu milletler için vatan, ne para ile satılacak bir mülk ne de hayır ve hasenata verilecek bir sadaka değildir.
 
Ayrıca milli duygu ve haysiyetleri olmadığı için vatanını işgale gelenlere karşı savaşmayarak terk edip kaçanların ülkesini savunmak üzere kendi evlatlarımızı savaşa sokmak da bir ahmaklıktır.  
 
CHP’nin bütün bu mültecileri günü geldiğinde yerlerine yurtlarına gönderme politikası son derece doğrudur. Ancak Suriye’deki iç savaşın başlamasına öncülük eden Tayyip Erdoğan’ın buna katılacağını sanmıyoruz. Bilakis kendisini başkan seçtirmedeki olası bir seçimde veya AKP’nin iktidardan düşme ihtimalinin belirmesi halinde vatandaşlık vererek bunlara oy dahi kullandırabilir.
 
Bunu önlemenin yolu, Suriye’de ateşkesin ardından barışın sağlanmasını, üniter yapısını koruyarak demokrasiye geçmesini, seksen dört ülkeden kokuyu alıp musallat olan bütün cehennem köpeklerinden bir tanesinin bile ülkemize girmeden defolup bölgeden uzaklaşmasını sağlayacak girişimlere destek olmaktır.
 
Bundan da önemlisi, içerde ve dışarıda çıkardığı ancak çözümlemesini beceremediği sorunların üstünü yine içerde ve dışarıda açtığı belalı maceralarla örtmeye ve ülkeyi bütün demokratik kazanımlarından soyutlayarak topyekûn ilkel ve düşüncesiz bir güruha dönüştürmeye çalışan, hukuk bilmeyen yasaları da tanımayan ve uymayan, devlet adamlığı birikimi yanlış veya yetersiz, kendine âşık Tayyip Erdoğan’dan ve iktidarından Türkiye’nin bir an evvel kurtulmasıdır.
 
Türk milletinin tarihinde bundan daha hayırlı bir gelişmenin olacağını sanmıyoruz.
 
Kaldı ki laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetini payidar kılmaya ant içmiş bir millet var. Cumhuriyetin değerlerine tehdit oluşturmak, milletin bu konudaki azim ve kararlılığını suiistimal etmek veya görmezden gelmek, mevkisi ve makamı ne olursa olsun, kendisi her kim olursa olsun kimsenin haddi değildir. Sınırları zorlayanların da zamanı gelince millet öyle bir haddini bildirir ki dünyaya geldiğine pişman eder.

    :

    :

    :

    :

    "Suriye dansı" hakkında Tweetler
    YAZARIN DİĞER YAZILARI
    https://twitter.com/KarsiGazete