Sodom ve Gomore

13 Nisan 2016 - 16:13
İlber Ortaylı ve Muazzez İlmiye Çığ’a sormak lazım: Orta Asya’dan kalkan Türkler, onlarla beraber gelenler ve gelip de karıştıkları Sümer ülkesinin toplumları, tarihin en köklü uygarlıklarını, en gelişkin felsefelerini kurdukları Anadolu’nun, günün birinde irtifasını kaybedip Lût Gölünde alabora olacağını tahmin edebilmişler miydi acaba?
 
İnsanlaşma serüveni, İbrahim’in söylencesinden de çok önceden beri bütün dünyada olduğu gibi bu topraklarda da sonsuza kadar devam edecektir. Lakin her alanda ifade edilen düşüncelerin ve yapılan eylemlerin eşliğinde insanlaşmamızı sağlayan değerleri üreten ve bugüne taşıyan ustaları, o ustaların söylediklerini ve yaptıklarını ne kadar biliyoruz ki?
 
İbrahim’i, Gılgamış’ı, Sokrat’ı, Homeros’u, Musa’yı, İsa’yı, Muhammed’i, Rüşt’ü, Farabi’yi, Mevlana’yı, Yunus’u, Hacı Bektaş’ı, Firdevsi’yi, Hayyam’ı, Mustafa Kemal’i, Nazım’ı, Yaşar Kemal’i ve daha niceleri… Hepsi ön Asya’da kardeşimiz, komşumuz.
 
İnsan her yerde insandır. Bizimkilerin dünyaya seslendiği gibi dünyanın diğer ucundan herkese seslenen Franklin Roosevelt, “Prensipler kutsaldır kanunlar ise değişkendir” der. Adını zikrettiklerimizin hepsi kendi çapında hiç değişmeyecek prensiplerin, yani ilkelerin sahibidirler. Bu ilkeler örneğin sevmektir, barıştan ve adaletten yana olmaktır, cesaretli ve ahlaklı olmaktır vs. vs. Bir de bu prensiplerle uyumlu kanunları çıkarmak ve onlara uymaktır insan olmak.
 
İnsanı hayvandan ayıran farkın düşünce olduğunu Aristo söylemiş zaten. Önemli olan salt tensel değil tinsel yönden de insan olma sürecini tamamlamaktır. Düşünebilme yetisini kazandığından beri bu prensipleri oluşturan, içselleştirerek kendi hayatına katan toplumlar, görüldüğü gibi cennetini yaşamaktadırlar.
 
İnsanlaşma sürecini tamamlamayan, hayatında bu prensiplere yer vermeyen, uygun yasaları çıkarmayan ya da oluşturulmuş bu mahiyetteki prensipleri ve yasaları ortadan kaldırmaya çalışan toplumlarsa kendi elleriyle odun taşıdıkları cehennemlerinde kahrolmaktadırlar.
 
Gelelim bize; biz bu insanlaşma sürecinin neresindeyiz?
 
İnsan, her şeyi kendinde arayan erdemiyle insan değil midir? Erdemli olmak temel hayvani içgüdüleriyle devinmek değil aklıyla, vicdanıyla düşünmek ve amel etmek değil midir? Yukarıda adını verdiğimiz bazı ululardan ötürü, erdemi, bu topraklarda yaşayan bizlerden daha iyi kim bilebilir ki demek geliyor içimizden! Ama ülkemizde yaşananlara baktığımızda bunu söylemekten alıkoymak zorunda bırakıyoruz kendimizi.
 
Demek ki bizi kâmil insan statüsüne çıkaracak bu doluların akarından yeterince nasiplenmemişiz.
 
Demek ki uzak Asya’dan ön Asya’ya uzanan bu memleketi tanımamışız, bilmemişiz, görmemişiz, duymamışız, anlamamışız.
 
İşte utancımız da, korkaklığımız da, çaresizliğimiz de bundandır.
 
‘Cahile laf anlatmak, deveye hendeği atlatmaktan daha zordur’ deriz ya! Bu, kişileri insanlık değerlerine kavuşturacak işler için böyledir. Yani cahilin, özgürlüğüne kavuşmasında önünde duran engelleri ona aştırmanın zorluğunu ifade eder. Lakin birilerinin cahil halkı sürü psikolojisiyle veya algı operasyonlarıyla yönlendirmesiyse tam tersi son derece kolaydır.
 
Bir ülke düşünün ki dünyada üç yüz milyon kişinin konuştuğu lisan hem resmi hem ekseriyetin ana dili olsun ve vatandaşlarının bir kısmı kendi dilini konuşamıyor, kültürüyle ilgili konuşulanı da anlayamıyor olsun. İnsanın kendi diline, kültürüne bu denli yabancı olması çok utanç verici bir durum, değil mi?
 
Gelelim bu bilgisizliğin ve aymazlığın sebep olduğu ülkedeki asıl utanç verici hatta insanı insanlığından utandıran gelişmeye!
 
İnsan suretindeki bazı yaratıklar ülkenin farklı yerlerinde üç yaşına kadar ki korumasız kız ve erkek çocuklara tecavüz ediyor. Tecavüzün etkisiyle kimi çocuklar ölüyor, kalanlarsa her gün ölecekleri bir ömre mahkûm oluyor. Ülkenin duyarlı kesimleri galeyana gelince, bu çocukları ve ailesini korumakla görevli bakan, herkesi aptal zannederek ‘Bir seferlik tecavüzden bir şey olmaz’ diyor. Korunmaya muhtaç çocukların, ailelerinin ve milletin namusundan taraf olacağına, insanlaşma sürecini tamamlayamamış bu tecavüzcü tarih öncesi yaratıkların yanında yerini alıyor.
 
Ülke, yerküredeki bütün canlıların gözünde rezil oluyor. Çünkü bırakın insanı, bitki olsun hayvan olsun yeryüzündeki hiçbir canlı türünün bu denli acayip bir cinsel tercihi bulunmamaktadır.
 
Ülkenin ana muhalefet lideri, bu tecavüzcüleri ülkenin fedakâr hadimleriymiş gibi koruyan ve aynı zamanda anne olan bakana, herkes anlasın diye, daha önce hırsıza “Senin önüne yatarım” diyen bir başka AKP bakanı diliyle, ‘Bunların önüne yatmanız yakışık almıyor’ deyince, ülkenin halis sapıkları ve bunlardan yana olanlar kendi edimlerini muhalefet liderine sıçratmaya çalışıyor.
 
Ülkenin yönetilememesinden kaynaklı pespayeliğin ve anarşinin kucağına düşen toplumda, iktidarın haram aşıyla semizlenen organize olmuş keleler fırsat bu diyerek korumasız bebelerin ırzına geçiyor. Hırsızın ve hırsızın önüne yatana gıkını çıkarmayanlar, bu kez de tecavüzcülerin ve tecavüzcülerin önüne yatana gıkını çıkarmıyor. Bu kepazelik yetmezmiş gibi çocuklara tecavüzün ahlaksızlık olduğunu anlatmaya çalışan Kılıçdaroğlu’nu AKP’liler itibarsızlaştırmaya ve Türk halkının ona yönelen teveccühünü bastırmaya kalkışıyor.                  
 
Her kim olursa olsun bilgisiz olmak, iradesine ve vicdanına ket vurdurmak bir acizliktir. Ama tecavüz edilen çocukların azabını hissetmemek, ondan daha da fena, tam bir adiliktir.
 
Birilerinin işine gelen toplumdaki çürüme, daha da hız kazandı.
 
17/25 Aralık yolsuzluğuna adı karışan zevatın tümünün balkon konuşmasında Erdoğan’ın yanında yerlerini almakla ödüllendirildiği gibi tecavüzcülere arka çıkan aile bakanı da Erdoğan’ın Amerika gezisine alınmakla ödüllendirildi. Ayrıca sanki gaipten gelen bir sesten ilham almışlar gibi bazı AKP’li kadınlar sokaklara döküldü. Ama biz tecavüze uğramış çocukların mağduriyetini sahipleneceklerini beklerken, onlar tecavüze arka çıkan kadın bakanın mağduriyetini(!) protesto ettiler. Kafalar karışsa da az çok Türkçeyi ve Türk kültürünü bilenlerin, AKP’nin bu tetikçi kadınlarının kime hizmet ettiklerini anladığı kanaatindeyiz.
 
 
‘Erdoğan’ın açıklamaları bizim için talimattır’ diyor Adalet Bakanı. Peki, Adalet Bakanının, böyle bir anda hemen tecelli etmesi gereken adaletin bir insanlık prensibi olduğuna inandığını kim söyleyebilir ki! Çünkü o ve AKP zihniyetindekiler ‘yöneticiye mutlak itaat’ kültürünün topluma yerleştirilmesini hedeflemişlerdir.
 
Başbakan da ‘önüne yatmak’ özsözünü siyasetine alet ediyor olmalı ki sözde ‘Kadınlarımıza ihtimam göstermesini’ istiyor Kılıçdaroğlu’ndan. Bu söz öbeğinin cismen önüne yatmak değil anlam açısından her hangi bir olguyu korumaya yönelik girişim olduğunun bilinmesinin üstüne başbakan da yatıyor.
 
Bakın, ‘üstüne yatmak’ diye bir kavram da çıkıyor ortaya. Örneğin bir hırsızlığın, yolsuzluğun kamuoyu tarafından bilinmesi istenmiyor, çeşitli yönlerden örtbas edilmeye çalışılıyorsa buna da ‘üstüne yatmak’ denmez mi? ‘Önüne yatmak’ da öyle bir şey!
 
Başbakan bölgedeki stratejik derinliklerin adamı olduğunu söylese de örneğin ülkesindeki Kürt kadınlarının kan davalarında kavgaya bilenen erkeklerin önüne geçerek başörtüsünü yere attıklarını, komşu Slav kadınlarının ellerindeki ekmek ve tuz ile yine kavgayı önlemek amacıyla erkeklerin önüne siper olduklarını bilmiyor. İmgesel olarak bunlar da bir sonuç doğurmaya veyahut doğacak bir sonucu önlemeye yönelik ‘önüne yatmak’ değil midir?
 
Tayyip Erdoğan ise gerek Tanrısal gerek beşeri tüm kutsal ve felsefi prensiplerin tarih boyunca ürettiği yasaların ve teamüllerin dışına çıkarak, şimdiye dek savurduğu küfürlerini Kılıçdaroğlu’na ‘siyasi sapık’ diyerek taçlandırdı. Önüne gelene ettiği hakaretler kendisini rahatlatıyor mu bilemeyiz. Lakin Türk milletinin bir ferdi, Türkiye Cumhuriyetinin de bir yurttaşı olarak kendisini tanımlayan, her şeyden önce ‘insanım’ diyebilen herkesin Erdoğan’ın bu küfür ve hakaretlerinden büyük rahatsızlık duyduğunu söylemek isteriz. Bunu bize dönüp ‘Sen kimsin ya!’ diyeceğini bilerek söylüyoruz.
 
Cumhurbaşkanı olarak ülkeyi yönetmesindeki yasal sorumsuzluğu, ona ne bir vatandaşa ne de milyonlarca yurttaşın sevgisine mazhar olmuş muhalefet liderine küfretme hakkı vermez. 
 
Dünya kamuoyu nasıl ki Mandela’yı ‘Özgürlüğün diğer adı’ olarak sahiplendiyse, Türk kamuoyu da Kemal Kılıçdaroğlu’nu ahlâkın, büyüklüğün, doğruluğun, dürüstlüğün, âlicenaplığın, faziletin, iffetin, mertliğin, merhametin, olgunluğun, namusun, şerefin ve sevecenliğin, kısaca bütün bu evrensel prensipleri bir arada bulunduran ‘Erdemin diğer adı’ olarak bağrına basmıştır. Herkes söylediklerinin değil yaptıklarının kendisidir. Kılıçdaroğlu da öyle. Hem görünen köy kılavuz da istemez!
 
Biliyoruz, Ensar ve benzerleri, Cumhuriyet Türkiye’sini inşa etmiş laik ve demokratik eğitime alternatif kurdurulan, ülkenin yönünü geceye döndürecek yoz nesillerin yetiştirildiği yuvalardır. Devleti yönetenlerin bu kurumları kollayan söylemlerinden cesaret alan iktidarla ittifak halindeki bu kurumların temsilcileri de peş peşe tecavüzcüleri savunan açıklamalarda bulundular. Daha da ileri giderek ‘Peygamberimiz döneminde de bunlar yaşanıyordu’ deyip sapıklığın dini temellerinin olduğunu muştuladılar.
 
Bugün aysbergin görünen yüzüyle karşı karşıyayız. Karaman’da yaşananlar duvarın sırıtan tuğlasıdır. Demokrasimizin bekasına yönelen ve kişiselleştirilmemesi gereken organize bir yapılanmadır. Bugün söz konusu olan vatanın ırzıysa, gerisi teferruattır. Tuğla çekilmelidir.
Altta kalacak olan ne Türkiye’dir ne de Türk milleti. Kalacak olanlar, izah gerektirmeyecek ölçüde herkesin malumudur.
 
Bir memlekette uçkur üzerinden siyaset devşiriliyorsa orada güneş batıyor demektir. Fakat güneşin batması kadar doğması da haktır. O hak da erdemli insanların yüzü suyu hürmetinedir.    
 
Bu olup bitenlerden sonra bir bütün olarak ülkenin tamamı olayların ezikliği altında yastaymış gibi başı önünde ve müteessir değilse, hele nümayiş yapar gibi Türk toplumunu faziletsizlikte bu noktaya getiren düzenin mimarı AKP’ye oy vermiş olanlar hiçbir şey olmamış gibi insan içine çıkabiliyorlarsa, bu ülkede Allah’ın gazabı çoktan hak edilmiş demektir.
 
Ne güney denizinden dolanan lodos ne de kuzeydoğu karasından esen poyraz değildir ülkeyi yan yatıran, Erdoğan ve taifesi AKP ile cehaleti maişet edinenleri kucaklaştıran devrin battığı andır bu acayip zillet.
 
Öyleyse her şeye rağmen salınan korkunun hakim olduğu bu perişan iklimde, kimse insanlaşma serüvenimizde geldiğimiz bu noktadan geri döneceğimizi sanmasın sakın!

    :

    :

    :

    :

    "Sodom ve Gomore" hakkında Tweetler
    YAZARIN DİĞER YAZILARI
    https://twitter.com/KarsiGazete