Otoritenin kritiği ve Oğuz Atay distopyası (1)

24 Kasım 2014 - 15: 7
Distopya adıyla tanımladığımız ve Türkiye edebiyatında çok örnekleri bulunmayan ancak dünya edebiyatında müstesna eserlerine, örneklerine rastladığımız ve otorite eleştirisinin anlatı bilim aracılığıyla yapıldığı bir türdür. George Orwel’in 1984’i, Ray Bradbury'nin Fahrenheit 451’i ve Ursula K. Le Guin’nin Mülksüzler kitapları bu türün dünya edebiyatındaki örneklerinden birkaç tanesidir. Ve her birisinde edebi metin üzerinden sağlam bir sistem eleştirisi mevcuttur. Oğuz Atay’ın Demiryolu Hikâyecileri yukarıdaki eserler gibi roman değil ancak derdini anlatabilmiş nitelikte uzun sayabileceğimiz bir öyküdür ve distopik özelliği, değeri içinde barındırmıştır. Bu edebi eseri bir Türkiye distopyası olarak okumak yararlı olacaktır.

Ütopya mı, distopya mı?


İlk anda, öykünün fantastik olduğu anlaşılıyor. Ancak ütopik bir fantastiktik özelliği taşıyor başlarda. Zira, hiç alışık olmadığımız, ekmeklerini hikaye satarak kazanan ve hayatlarını devam ettiren insanları görüyoruz. İlk başta, öyküde anlatılan dünyanın, yaşadığımız dünyadan farklı ve güzel bir dünya olduğunu düşünüyoruz. Ancak ilerlediğimizde hiç de güzel bir dünyanın anlatılmadığını, aksine seyyar öykü yazarlarının (özellikle birinci tekil anlatıcı olan yaşlı yazarın) her şeyini kaybettiği ve sona doğru herkesin terk ettiği (devletin bile) bir dünyayla baş başa kaldığını ve bu süreye gelene kadar öykünün distopik özellikler kazandığını görüyoruz.
Öyküde neler oluyor?

Öncelikle öyküde neler olduğuna, okuyucuyu distopik olduğuna iten özellikte nelerin yaşandığına bir göz atalım. Büyük bir şehirde, merkezden uzakta bulunan bir demiryolu istasyonu vardır. Burada bir istasyon şefi ve üç de hikâyeci yaşamaktadır. Hikâyecilerin kulübeleri yan yanadır. Ve bir de daktiloları vardır. Ancak kulübeler yazarlara ait olmadığı gibi daktilo da yazarlara ait değildir. Şahıs olarak otoriteyi temsil eden istasyon şefine, yani devlet temsilcisine aittir. Yazarlar hiyerarşik sıralamaya göre bu daktiloyu kullanma önceliğine sahiptirler. Ancak en yaşlı yazar, genç Yahudi yazara her zaman sırasını verir. Genç kadın yazar da son olarak daktiloyu kullanır. Yazarlar, yazdıkları hikâyeleri, trenlerle gelen müşterilerine satarak geçimlerini sağlarlar. Ancak hikâyecilerin bir de rakipleri vardır. Bunlar sucuk-ekmek ve ayran satıcılarıdır. Zira sucuk-ekmek ve ayran satıcılarına rağbet yazarların hikâyelerine rağbetten fazladır. Bu da hikâyecilerin “mallarını” satamamalarına, geçim sıkıntısı çekmelerine neden olacaktır.

Öykünün resmettiği dünya

Bu anlatıyı imgelerle kafamızda resmîleştirecek olursak demiryolu istasyonu bir ülke imgesiyle ele anmıştır. İstasyon şefi otoriteyi, gücü temsil etmiştir. Bunun ispatını ve otoriteye yaranmak için rüşvet verdiklerini yine metinde görüyoruz: “Bütün işler tek bir adamın üzerindeydi. Ona yaranmak için sık sık bedava hikâyeler veriyorduk…”[1] Yazarlar, o ülkeye ait eşyayı (daktilo) kullanarak ekmeklerini kazanan devlet memurları, sucuk-ekmek ve ayran satıcıları ise seyyar, alt sınıfa mensup fakir esnafları temsil etmiştir. Bu temel argüman üzerinden Oğuz Atay okuyucuya, Öykücü (sanatçı) memur mudur, esnaf mı sorusunu sorar.

Sanatçı memur mu, esnaf mı?

Her distopyanın bir derdi olduğu gibi Demiryoulu Hikayecileri’nin de sistem karşısında bir derdi vardır. Bu dert de metin boyunca sanatçıların memur mu, yoksa esnaf mı olduklarının altını oyar ve okuyucunun zihnini sürekli rahatsız eder. Bu tartışmayı Oğuz Atay, öyküsünde başlattığı gibi yine öyküsünde son noktayı koyarak şu ifadelerle anlatır: “İstasyon şefi gülerek, ‘memur hikâyeciler’ diyordu bize. Sonra o bitip tükenmez tartışma başlıyordu: Hayır biz memur konumu içinde düşünülemezdik: Bir kere parça başına ücret alıyorduk. Ayrıca, bu ücret, ekspres yolcuları tarafından ödendiği için resmi bir ödeme sayılmazdı. Siz esnaf hikâyecilersiniz diyordu istasyon şefi bize. Aslında ben memur ya da esnaf olarak nitelendirilmek istemiyordum; biz sanatçıydık.”[2] Atay’a göre sanatçı ne memur, ne de esnaftır. O sadece sanatçıdır ve ürettiği kadar hayatta kalacaktır.

[1] Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken (İstanbul: KYK, 2005), 186.

[2] A.g.e., 186-187.


    :

    :

    :

    :

    "Otoritenin kritiği ve Oğuz Atay distopyası (1)" hakkında Tweetler
    YAZARIN DİĞER YAZILARI