Günün Videosu

​“Cumhurbaşkanı kendi doğduğu topraklara ihanet etmiştir”

Usta Tiyatrocu Orhan Aydın, sanata yapılan baskıdan, darbe dönemlerine, doğa katliamından ülke gündemine kadar birçok konuda sorularımızı yanıtladı.
RÖPORTAJ | HAYRİ M. TÜRE | KARŞI GAZETE

Kanlı 1 Mayıs’dan beri meydanlarda duymaya alışık olduğumuz bir ses, kendisini televizyondan hatırladığımız usta tiyatrocu Orhan Aydın’la samimi bir söyleşi gerçekleştirdik.

DİKTATÖR REJİMLERDE BU BÖYLEDİR

- Sanata ve sanatçıya olan baskı artıyor, sanatı ne hale getirmeye çalışıyorlar?

Musullani’den Adolf Hittler’e varana kadar kendini diktatör sayanlar için bu hep böyle olmuştur. Sanat ve sanatçılar sistemin düşmanı addedilirler, nedeni ise gerçeği dillendirmeleri ve bunun geniş halk kitleleri tarafından kabul görmesidir.

Dolayısıyla faşizmin karşısında yalnızca gerçeği haykırabilen ve bunu kitlesel bir yapısallaşmaya dönüştürebilen örgütlü tek güç sanattır.

Bu alanı önce törpülemek, susturmaya çalışmak, olmadı üstüne düşmanlık kusup cezaevine atmak faşizmin bildik bir karakteridir. Şu an ülkemizde yaşadığımız durum budur.

- İnsanlar günümüzde konuşmaktan, eleştirmekten çekinir hale geldi. Toplum nasıl bu duruma geldi?

Örgütlenmiş cehalet en büyük düşmanlıktır. Bu dünde böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacak. Bugün başımızda ki siyasal anlayışın 50 yıldır bu ülkede iktidar olmak için neler yaptığını düne bakarak görebiliriz.

BİR YALAN BİN KEZ SÖYLENİYOR

Cehalet tek yoldan tek ağızla hareket eden bir yapıya sahiptir. Güdülmesi de çok kolaydır. Mesela Hitler Almanya’sı, Goebbels’in ve Hitlerin kafa kafaya verdikleri ve sonuçta bütün Alman ari ırkının harekete geçirilmesini sağlayan bir yalanın bin kez söylenmesidir.

Bir yalanı bin kez söylersiniz ve kendiliğinden gerçek olur. Onun için içinde bulunduğumuz zaman dilimi içeresinde bu coğrafyada yaşanan budur.

EN CANLI ÖRNEK GEZİ DİRENİŞİDİR

Bunun yüzlerce örneği var ama en canlı örneklerini 2013 yılındaki haziran direnişi(Gezi Direnişi) sırasında yaşadık. Üstüne söylenen binlerce yalan yandaşlarla aynı anda toplumun üzerine bu yalanı kusuyor olması, açılan davalar hepsinin düşmesi ve halen bu yalanın en küçük bir sıkıştırmada en küçük bir baskıda tekrar aynı kişiler tarafından dile getiriliyor olması...


GEZİ BAŞIBOZUK BİR ENERJİYDİ

- Peki, Gezi bir patlama noktası mıydı?

Gezi galiba enerjinin açığa çıkmasıydı. Keşke örgütlü bir enerji olsaydı.  Sivil toplum kuruluşlarının ve bazı siyasi partilerin yürütmesinde olduğu Taksim dayanışmasının içerisinde alınan karalarla yürütülen bir şeydi.

KENDİSİNE DİKTATÖR BOZUNTUSU DENEN ADAM…

Gezi, sosyalist, komünist ve devrimci bir örgütlenme olsaydı o zaman bu coğrafyada her şey farklı olurdu. Bu gün kendisine diktatör bozuntusu denilen adam çoktan kaçacak delik aramış hatta gittiği yerden geri gelememişti diye düşünüyorum.

- Haziran direnişinden sonra havuz medyasında ısrarla söylenen yalanlar artarak devam etti, hedef göstermeler arttı, ayrıştırıcı dil arttı bazı insanlar ötekileştirildi bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ben oraya lağım çukuru diyorum. Yemlenen, beslenen ve yemlendikçe sesleri çıkan, yönlendirilen, aynı manşet aynı biçimde 10 gazetenin birden attığı, televizyonlarında aynı insanların çıkıp konuştuğu bir lağım çukuru diyorum.



“FAŞİZİM, MEDYAYI ELE GEÇİREREK ONU BİR SİLAH OLARAK KULLANIR”

Bu kaçınılmaz durum faşizmin ana karakterlerinden bir tanesidir. Faşizm, medyanın bir güç olduğunu bilir ve ele geçirerek onu bir silah olarak kullanmaya başlar. Bugün yaşadığımız budur.

AKP hükümetinin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın medyayla olan ilişkileri insanlık tarihi açısından başka bir ülkede kolay kolay gözlenemez.

“GAZETECİLİK MESLEĞİNE BÜYÜK BİR HAKARETTİR”

Yani bir silah var elinde para, o para aracılığıyla alanı ve insanların aklını esir etmiş durumda. Burada büyük bir vicdansızlık ve onursuzluk yaşanıyor. İnsanlık tarihi açısından en büyük utançtır. Bu tür insanların cebinde gazeteci kimliği taşıması da gazetecilik mesleğine büyük bir hakarettir.

- Siz darbe dönemlerini de yaşadınız darbe şartlarını da biliyorsunuz. Günümüz şartlarıyla o zamanı karşılaştırabilir misiniz?

Günümüz şartları darbe zamanlarından çok daha ağır. Nedeni açık 12 Martta da, 12 Eylülde de sıkıyönetim komutanlıkları aracılığıyla ülke yönetiliyordu ve sıkıyönetim bildirileri yayınlanırdı. 

Her gün sokağa çıkma yasakları onlarla bağlantılıydı. Açılan davalar mahkemeler, tutuklamalar, yasaklamalar, yapılan işkenceler yaşadıklarımız…

Her şey ayyuka çıktı arkasından. O dönemler iletişim çağı değildi internet denen bir şey yoktu, iletişim çok zordu. Bu süreçte bile her şey şu ya da bu şekilde ayyuka çıktı.

Çünkü müthiş bir demokrasi ve özgürlük mücadelesi vardı. Bu gün ilk bastırılan alan bu olmuştur. O dönemle kıyaslanmayacak derecede farklı bir süreç yaşıyoruz şuan.

“BÜTÜN BİR ÜLKE AÇIK CEZAEVİ HALİNE GELDİ”

12 Mart, 12 Eylül süreçleri gibi darbe süreçlerinin tamamında bütün aydınlar, yazarlar, edebiyatçılar, tiyatrocular hepsi faşizmin o soruşturmasının içinden geçmişlerdir.

Bugün bu daha açık bir şekilde yaşanıyor. 12 Mart ve 12 Eylül’de düşüncelerini açıklayan yaratıcıların haklarında dava açılıp cezaevlerine atılmaları, içerde gördükleri baskılar zulümler bilindik.
 
“BU ÜLKEDE KATİLLER BAKANLIK YAPTI”

Ülkede ki bir partinin içinde yüzlerce katil var ve bu katillerin bazıları bu ülkede bakanlık, milletvekilliği yaptılar. Kahramanmaraş’ın, Yozgat’ın, Sivas’ın, Çorum’un katilleri,  Beyazıt meydanının katilleri Ankara’daki ‘7 TİPli’nin katilleri partinin genel başkan yardımcılığını yaptılar.

Katilerin siyaset yapabildiği bir demokrasi adı demokrasi değildir. Katillerin yeri içerisidir. Ve bunu din ve parayla başardılar. Böyle ülkede eşitlikten özgürlükten demokrasiden söz etmek gayri ahlakidir.

“KULLANDIKLARI SİLAH DİN VE PARA”

Şu anki siyasi iktadarın, gericiliğin ve ırkçı faşizmin kullandığı bir silah var. Bu din ve para. Başından beri bunları çok iyi kullanabiliyorlar. Örgütlenmiş cehaleti bu iki silahla yönetiyorlar.

Şunu düşünebiliyor musunuz 21 yüzyıldayız ve 90 yaşındaki Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanlığını yapmakta olan bir zat seçim aşamasında din sömürüsü yaparak eline kuran alıp meydanlara çıkabiliyor. Elinden dini ve parayı çekin alın, kaybolur gider.

- Ülkemizde çocuklar öldürülüyor ve çocuklar öldürülmesin diyen insanlar terörist ilan ediliyor. Bu ölümler karşısında Türkiye halkları böyle duyarsız kalmaya devam eder mi bu ölümlere insanlar doğusuyla batısıyla ne zaman dur diyecek? Bizim bildiğimiz Anadolu insanı böyle duyarsız değildi.

Öyle düşünüyoruz belki ama tamda bu düşündüğümüz şeyin altını eşelememiz gerekiyor. Mesela bizde acaba sorun mu var diye düşünüyorum. Yani ben yıllarca düşüncelerini yazan bunu söyleyen bunun için sanat yapan ve bundan kesinlikle taviz vermeyen birisi olarak acaba bir yerde hata mı yapıyoruz diye düşünüyorum.

Toplumdaki genel durumu daha farklı biçimde değerlendirme şansımız varken niye değerlendiremiyoruz. Toplumun fabrika ayarlarına dönüp niye bakmıyoruz.  Bu ülkede 12 Mart faşist darbesine karşı insanlar sokağa mı çıkmış. Ne olmuş aydınlar yazarlar sanatçılar önderlik etmeye çalışmış.

Ülkede ki durumu kendi insanlarına ve dünyaya anlatmaya çalışmışlardır. Günümüzde biz bu toplumun aydınları, yazarları, sanatçıları olarak bazı yerlerde yanlış mı yapıyoruz. İnsanların vicdanına, onuruna değil başka bir yerine mi dokunuyoruz diye çok merak ediyorum ama bir şeyi biliyorum; bu toplum okumuyor.



“TOPLUMUN BU DAMARINI KESTİLER”

Bu toplum yalnızca ülkesinin sanatından edebiyatından değil dünya sanatından edebiyatından ve estetiğinden de habersiz. İki durum var mihenk olan gericilik bunu iyi biliyor. Bunlar köy enstitüleri ve halkevlerinin kapatılmasıdır.

Bunları kapatarak toplumun bir damarını kestiler. Köy enstitülerinin farklı bir amacı vardı hem toprağı işleyen hem kültür sanat zenginliğini insanlara aktaran ve kolektif yaşamın ahlaki olduğunu söyleyen bir amaç.

Bir diğeri halkevleri, orada da edebiyattan müziğe geleneksel ve evrensel olan ne varsa hepsini alıp bir araya getirip bir armoni oluşturup halkın üzerine verimli bir rüzgâr olarak savurmak gibi bir durumu vardı. Bu alanı susturarak asıl damarın kesilmesini sağladılar.

- AKP’li belediyelerin salonları size ne kadar açık?

O salonların hiçbiri sahne salonları için elverişli değildir. Bize yalnız bu salonları değil üniversitelerin salonlarını da kapattılar. Bu durum sıradan muhalif sanatsal işler üreten bütün arkadaşlarım için geçerli. Parasını veriyorsunuz ona rağmen kabul etmiyorlar. Bu açık adıyla düşmanlıktır.

- Atatürk Kültür Merkezi(AKM) niçin kapatıldı niçin hedef haline geldi?

AKM yalnız Türkiye’nin değil Balkanların ve Ortadoğu’nun en büyük sanat fabrikalarından biridir. Koruma kurulları tarafından tescillenmiş bir kültürel varlıktır.

Yani öyle bir adamın ortaya çıkıp yıkacağım ben burayı, yerine işte çağdaş bir opera binası yapacağım gibi bir palavrayla halledilebileceği bir durum söz konusu değildir. Böyle bir yeri yok etmeye çalışmak başlı başına bir düşmanlıktır zaten.

“O HIRSIZIN KİM OLDUĞUNU BU ÜLKE ASLINDA BİLİYOR”

AKM’nin restorasyonu için 70 milyon gibi bir fon ayrılmasını sağladık. Bu para yok oldu nereye gittiği belli değil, kimin iç ettiği belli değil.  O hırsızın kim olduğunu bu ülke aslında biliyor. Nasıl iç edildiğini de biliyor. AKM 13-14 yıldır bu ülkenin yaşadığı rant politikasının bir parçasıdır.

- Peki rant için yapılan doğa katliamı…

“2023 YILINA DEMİR VE BETONLA MI GİDECEĞİZ?”

Ben bir Karadenizliyim. Artvinliyim, Karadeniz’de yapılan HES’ler var. Ege’de, Akdeniz’de yapılan santraller var. Türkiye’de inşaat sektöründen başka faal olan bir sektörr var mı?

Hedef gösterdikleri 2023 yılana demir ve betonla mı gideceğiz.
2023 yılı Türkiye Cumhuriyeti’nin susuz kaldığı bir yıldır. Fazla değil birkaç yıl sonrası. Bugün damacanasını 10 liraya aldığınız suyu 25 liraya alacaksınız. 14 yılık zaman dilimi içeresinde su açısından, en azından su açısından kendi doğduğu topraklara ihanet etmiş bir Cumhurbaşkanı var bu coğrafyada. 

Doğa katliamından devam edecek olursak en son İğneada’ya yapılacak olan santral açıklanmıştı. Bildiğimiz gibi orası yeryüzündeki cennet olarak nitelenir…

İğneada için bütün sanat camialarını ayağa kaldıracak bir çağrı yapacağım. Yazın İstanbul ve çevresinde açık havada yapılan ne kadar festival varsa hepsinin açık adresinin İğneada olması gerektiğini vurgulayarak bir farkındalık yaratmaya çalışacağım.

“BÖLGE HALKINI PARAYLA ESİR ALMIŞ DURUMDALAR”

Bölge halkını parayı kullanarak esir almış durumdalar. Geleceğimizi katletmektir İğneada.

Biz dine düşmanlık yapmıyoruz, eli kana bulaşmamış insanlara düşmanlık yapmıyoruz, ırkçılık yapmıyoruz.

Röportaj: Hayri M. Türe | Fotoğraf: Rabia Yavuz | karsigazete.com.tr

    :

    :

    :

    :

    "​“Cumhurbaşkanı kendi doğduğu topraklara ihanet etmiştir”" hakkında Tweetler

    DİĞER RÖPORTAJ HABERLERİ

    KARŞI VİDEO
    https://twitter.com/KarsiGazete