Günün Videosu

Barış İnce: Türkiye'de eleştirinin sınırı Erdoğan'ın kırmızı çizgileridir

BirGün gazetesindeki Genel Yayın Yönetmenliği görevinden, Yayın Kurulu Üyeliğine geçen gazeteci Barış İnce Türkiye’nin yoğun gündemini Karşı Gazete’ye değerlendirdi...
Burak EKİCİ | RÖPORTAJ | KARŞI GAZETE

Erdoğan ve çevresinin açtığı davalardan dolayı gazetecilik yapmaya fırsat bulamayan 'gazeteci' Barış İnce Karşı Gazete'ye samimi açıklamalarda bulundu.

İşte akademisyenlerin ve gazetecilerin tutuklanmasından 'Ensar' skandalına, Meclis Başkanının 'Laiklik' çıkışından Erdoğan'ın tartışmalara neden olan 'stad' açılışına kadar birçok soruya cevap bulacağınız o röportaj:​

"TÜRKİYE'DE ELEŞTİRİNİN SINIRI ERDOĞAN'IN KIRMIZI ÇİZGİLERİDİR"

Gazetecilerin, akademisyenlerin sadece yaptığı eleştirilerden dolayı tutuklanmasını nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye’de eleştirinin sınırı sizce şu an nedir?

Türkiye’de eleştirinin sınırı Erdoğan ve onun kırmızı çizgileridir. Bu kırmızı çizgiler Erdoğan’ın kimle uğraştığına ve neyi risk olarak gördüğüne göre değişir. Yolsuzluk operasyonlarını kendisine risk görüyorsa, o haberleri yapmak tutuklanma sebebiniz olabilir. ya da MİT TIR’larını… Ya da çözüm sürecini yürüttüğü dönemde kendi söylediği kimi sözleri bugün siz tekrarlarsanız, ‘vatan haini’ diye tutuklanabilirsiniz. Kendi çıkarlarını vatanın çıkarı gibi gösteren kişiler elbette ki çıkarına uymayan herkesi hain ilan edecektir.  Oysa biz, bu vatanın daha güzel olmasını isteyen gazeteciler, yazarlarız… Şunu biliyoruz ki; Erdoğan ve şürekâsının istediği ülke, kendilerinin şatafat içinde rahat yaşayabildikleri fakat halkın zulüm çekeceği bir ülkedir. Doğası yok olacak, akan suyu ticari olacak, yaşam tarzı belirlenecek, işleri güvencesizleşecek… Bunu söylemek ya da bununla ilgili herhangi bir haber yapmak bile hedef olma sebebi. Örneğin iktidardakiler bugün laikliğin kaldırılmasını istiyorsa ve siz Anayasa’da yazan laikliği korumaya çalışırsanız “yasadışı” bir şey yapmamanıza, aksine anayasal bir hakkı korumak istemenize rağmen, anında hedef haline gelebilirsiniz.  


 
"BAŞKASININ ADINA UTANMAK DİYE BİR ŞEY VAR YA, O DUYGUYU YAŞIYORUM"


Bir yanda sırf gazetecilik yaptığı için tutuklanan gazeteciler varken diğer yanda gazetecilik yaptığını iddia eden bunu yaparken de Türkiye’yi dünyaya rezil eden bir kesim var. Türkiye’de gazeteciliğin tanımı değişiyor mu?

Türkiye’de gazetecilik geçmişte de pek çok rezilliğe şahit oldu fakat bu dönemdeki bir başka… Adeta ayyuka çıkmış hali… Önceden de tetikçi, kışkırtıcı gazeteler vardı. Ülkedeki iç savaşı tetikleyen, katliamlara yol açan yayınlar yaparlardı. Bunları çoğunlukla MİT yönetir, patronları karanlık bir şekilde finanse edilirdi. Şimdi ise bu finansman açıktan yapılıyor, ilişki gayet açıktan kuruluyor, en ufak bir gizleme gereği dahi duyulmuyor. İktidarı destekleyen gazeteler, şarlatanca yayınlar yapan televizyonlar hep vardı fakat bu denli tek sesli ve yalakalığın soytarılık boyutunu aştığı bir dönem ender bulunur. Özellikle bu soytarılık “merkez medya” diyebileceğimiz kurumlar tarafından yapıldığında daha bir trajikomik oluyor. Başkasının adına utanmak diye bir şey var ya, o duyguyu yaşıyorum. “Üç kuruş para daha kazanırım, TRT’de şurada burada programlar yapar villa vs… alırım” diye düşünerek bu denli alçalmaya ne gerek var? Bir süre sonra yaptıklarının doğru olduğuna kendilerini inandırıyorlar ve asıl kopuş orada başlıyor. İnsan rezil yaşamını bir şekilde kafasında rasyonel hale etmezse ya delirir ya intihar eder. O yüzden bu satılmışlığı, “vatan, millet, devlet için yapıyorum” mantığına oturtarak kafasında hallediyor ve böylece daha da tehlikeli oluyor. Çünkü utanma duygusunu yitiriyor.  

GAZETECİLİĞİN DE BİR KURALI VARDIR, SAVAŞIN KURALI OLDUĞU GİBİ

Can Dündar bir açıklamasında "Türkiye basını savaş suçu işliyor" dedi. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Can Dündar'ın burada kastettiği sahte belge, bilgi ve manipülasyonlarla devletin bazı karanlık operasyonlarına ortak olmak. Savaşın da bir kuralı vardır ve bu savaşan tüm taraflar için geçerlidir. Basının da uyması gereken kurallar var. Bunlara uymak zorundasınız. Örneğin Gezi döneminde pek çok yurttaşın yaşadığı ile TV’lerde görünen ve söylenenler aynı değildi. İnsanlar bunu gözleriyle gördü, şahit oldu. Güneydoğu’da bunun kat kat beteri şeylerin olmadığını kim söyleyebilir?



'TAM BİR YOBAZ KAFASI'

Meclis Başkanı’nın Laiklik ile ilgili açıklamasını nasıl yorumluyorsunuz? AKP Türkiye’yi nereye götürüyor?

Meclis Başkanı’nın söyledikleri aslında Siyasal İslam’ın ülkemize bakışının en net ifadesi… Kendileri açısından anlaşılır şeyler söylüyor. Zaten diyor; dini bayramlar tatil, Cuma günleri namaz saati ayarlaması var, pek çok kural İslam’a göre düzenlenmiş. O zaman diyor; laiklik tamamen kalksın, kurtulalım. Tam bir yobaz kafası… Biz zaten laik bir ülkede bunların olmaması gerektiğini söylemiştik ve adım adım bu işin sonunun laikliğin tümden kaldırılması olacağını vurgulamıştık.

"LAİKLİK İLKESİNİ İĞDİŞ ETTİLER"

Fakat kimi liberaller ve akıl hocaları dinin temel bir özgürlük alanı olduğu ve kısıtlanmaması gerektiğinden hareketle laiklik ilkesini iğdiş ettiler. Modern toplumlarda din tabii ki kısıtlanabilir. Benim inancıma göre İsmail beyi haftada iki kez dövmem gerek mesela… Bunu uygulayabilir mi modern toplum? Tabii ki hayır. Şimdi de aynı akıl hocaları diyor ki, “Ortada zaten Laiklik kalmadı. O zaman bu kadar ayağa zıplamaya da gerek kalmadı”. Aman ne büyük tespit… Kalmadıysa senin yüzünden kalmadı. Hem kendimizi kandırmayalım; öyle ya da böyle yasal olarak laikliğin kalması ile yasal olarak “Türkiye bir İslam devletidir” denmesi arasında dağlar kadar fark var.



"LAİKLİK DEDİĞİMİZ ŞEY SINIF MÜCADELESİ AÇISINDAN ÇOK ÖNEMLİ"

Laiklik konusunda insanların tepki vermesine de şaşıran kendini solcu olarak tanımlayan kimi tipler görüyorum. Bunda şaşılacak ne var anlamıyorum. Pek çok insan kapitalizmde doğdu ve ondan ayrı bir sistem hayal edemiyor. Bunu hayal edebilmek için belli bir bilinç gerekli. Fakat aynı insanlar kendilerine görece de olsa modern bir hayat kurdu ve yaşamlarının İslam devleti tarafından şekillendirilmesini istemiyor. Belki 2-3 bin TL’ye geçiniyor ve ona tepki vermiyor fakat zorla çocuğunun başının kapatılacağı, sosyal hayatının yok olacağı, tehdit edileceği bir hayata daha büyük tepki veriyor. Sen, onları yazan liberal; ekonomik gücünle yurt dışına çıkar ve entelektüel faaliyetini orada sürdürürsün, bu baskıya maruz kalmazsın belki. Ama Anadolu’da ya da kentlerde yaşayan pek çok yurttaşın böyle bir fırsatı yok. Korkması, direnmek istemesi, tepki vermesi doğal. Bunu küçümsemek ise züppelikten başka bir şey değil.
Laiklik dediğimiz şey sınıf mücadelesi açısından da oldukça önemli.

"AKP İŞİNE GELDİĞİ ZAMAN ETNİK AYRIMCILIĞI KULLANIYOR"

Türkiye gibi ülkelerde devlet ve sermaye faşist bir yapı kurarak emeğin hakları için mücadelenin önüne geçiyor. Her tür demokratik talep ya zorbalıkla bastırılıyor ya da hainlik ile etiketleniyor. Faşizmin kullandığı retorikler etnik milliyetçilik olabileceği gibi (‘Türküz lan biz’ gibi) dincilik de olabilir. AKP’de baskın olan ton İslami ton… (Elbette ki işine geldiğinde etnik ayrımcılığı da kullanıyor.) Kamusal alanın dinselleşmesi ile birlikte ezen ezilen ayrımının üstü örtülüyor, sınıfsal farklar flulaşıyor. Trilyoner patron ile asgari ücretli işçi, İslamcılığın birleştiriciliği ile sanki aynı ülkünün bir parçası gibi gözüküyor. O yüzden emek mücadelesinin önünü açacak olan şeylerden biri de dünyevileşme yani laikliktir.    

"AKP, İKTİDARINI ENSAR VE TÜRGEV GİBİ KURUMLARA BAĞLAMIŞ DURUMDA"
 

Bu yoğun gündemde Ensar skandalını es geçersek olmaz... Dava karara bağlandı. Muharrem B. 508 yıl ceza aldı. Peki Kılıçdaroğlu’nun ifadesi ile bu işin ‘önüne yatanlar’ birlikte poz verenler..?

Gururla söyleyebilirim ki Ensar skandalını ortaya çıkaran bir gazetenin parçasıyım. Bu yüzden de 300’e yakın dava yolda. Ensar’ın Başkanı açıkladı. Muhtemelen hepsini toplasak tecavüzcüden daha fazla ceza edecek. Zulüm nereden gelirse gelsin… Bir çocuğun bile geleceğini kurtarabildiysek ne mutlu bize… “Önüne yatma” işine gelirsek… Burada temel sorun tecavüzcü şahıs değil. Bu tarz; denetlenmeyen, pedogojik formasyonu olmayan, uygar eğitim ilkelerinden bihaber, rant için organize olmuş, yasadışı kurumlar var. Bu tarz kurumlara dokunmazsanız, tecavüzcünün kaç yıl aldığının önemi yoktur. Fakat dokunamazlar. Çünkü AKP iktidarı geleceğini Ensar gibi, TÜRGEV gibi kurumlara bağlamış durumda. Her türlü finansal ilişki buralardan çözüldüğü gibi aynı zamanda toplumu küçük yaştan şekillendirme açısından da önemli. AKP rejimi dediğimiz şey Ensar rejimidir.



"BEŞİKTAŞ HALKIN TAKIMIDIR SOYTARILARIN DEĞİL"

Mahkemeye yaptığınız savunmada Erdoğan ve çevresinin açtığı davalar yüzünden Beşiktaş’ın galibiyet sevincini bile yaşayamadığınızı ifade etmiştiniz. ‘Vodafone Arena’nın açılış seremonisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Açılış döneminde cezaevinde olur muyum diye epey tedirgin olmuştum. Yargıtay’dan cezamla ilgili iptal ya da onay bekliyoruz ya, o yüzden…  Ne zaman sonuçlanırsa o zaman infaz olacak. Şimdiki tedirginliğim de şampiyonluğu semtte görememek ve içeride olmak. Eylül ayı için bir tedirginliğim daha olacak onu da atlatırsak gerisi sorun değil. Sorunuza gelirsek… İnönü stadında iki açılış oldu. Birincisi Fiko’nun açılışı, ikincisi taraftarın açılışı… Ben ilkine doğal olarak gitmedim, ikincisine gittim. Polis gaz attı, “sık bakalım” sloganları atıldı ve layıkıyla açıldı. Biz evimiz olarak gördüğümüz stadın yıkılmasını, değişmesini istemedik. Hoş koltuklar, localar falan da istemedik. Ama “kapasite artsın, gelir artsın” dendi. Gelir uğruna öyle bir stat yaptılar ki sanki bir çeşit AVM… Gidecek miyiz, mecbur gideceğiz. Beşiktaş nerede oynarsa taraftar gider. Fakat bu AVM tipli stadı yaptı diye de kimse bizden minnet beklemesin. Başkanlık saygınlık gerektirir. El pençe divan tiplere bu taraftar saygı göstermez. Beşiktaş halkının yüzde kaçı ilk gün gelenlerin partisine oy vermiş bir baksın. Beşiktaş halkın takımıdır, soytarıların değil.  



"BAVULUNUZDA PAYLAŞIM, DİRENÇ VE UMUT OLSUN"

BirGün ile başlayan maceranız Bavul Dergi ile devam ediyor. Bavul sloganında ‘Hayat bir yolculuktur, yanınızda bulunsun’ diyor. Bu zor günlerde sizce bavulumuzda neler bulunmalı?

Önce BirGün’den bahsedeyim. BirGün bu ülke için çok önemli bir mevzi. O yüzden ben BirGün’de her düzeyde çalıştım, çalışmaya da devam ediyorum. Editörlük de yaptım, haber müdürlüğü de, yazıişleri müdürlüğü de, yayın yönetmenliği de…  Şu an ise genç ve dinamik bir kadro var ve tüm bu görevleri kolektif bir şekilde yürütüyorlar. Ben de her gün aynı mesai ile gidip geliyorum ve ne katkım olursa yapmaya çalışıyorum. BirGün’ü bir işyeri olarak görmüyorum. Türkiye Solu'nun yarattığı bir değer ve örnek gösterilebilecek bir başarı öyküsü olarak görüyorum. Bu değeri yaşatmak tüm demokrat insanlar gibi benim de ömrüm boyunca boynumun borcu. Bavul’da da yazılar yazıyorum. Çok seviyorum Bavul’a yazmayı fakat bazen yetiştiremiyorum. “Ayda bir, ne var” diyebilirsiniz ama ben çok kafayı takıyorum. Takıntılı bir yapım var. O yüzden Mayıs sayısında bir yazı yazdım ve Haziran sonrası için bir veda istedim. Bavul Dergi'deki sayfamı genç yazarlarla paylaşmayı düşünüyorum. Dergideki arkadaşlar kabul ederse bir süre genç yazarların attığı yazıları okuyacağım, seçip birini koyacağım. Belki benim yüzümden bir cevher kendini gösteremiyor. Paylaşmak güzel… Sonra kafama eserse tekrar yazmaya başlarım. Sizin de bavulunuzda paylaşım, direnç ve umut olsun…

Burak EKİCİ | KARSIGAZETE.COM.TR

    :

    :

    :

    :

    "Barış İnce: Türkiye'de eleştirinin sınırı Erdoğan'ın kırmızı çizgileridir" hakkında Tweetler

    DİĞER RÖPORTAJ HABERLERİ

    KARŞI VİDEO
    https://twitter.com/KarsiGazete