Bağdat: Türkiye acımasız, gaddar, kötü yönetilen bir patron şirketi

Gazeteci yazar Hayko Bağdat ile Karşı Gazete olarak ofisinde samimi bir röportaj gerçekleştirdik.
Elif KAYA | RÖPORTAJ | KARŞI GAZETE

Türkiye gündemini sarsan Hakan Fidan'ın milletvekili adaylığı, İç Güvenlik Paketi ve Hrant Dink cinayeti hakkında konuştuğumuz Hayko Bağdat gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu.

İşte o röportaj;

Dink soruşturmasının siyasallaştığı iddiaları var. Bunda AKP'nin bir kastını görüyor musunuz?

Dink davasının siyasallaşması ilk defa değil. Türkiye’de dönemin devletin bütün kurumlarının ilgili cinayetin etrafında tedbir alması gereken bütün kamu görevlilerinin ya görmezden geldiği ya da bilfiil içinde olduğu cinayet olduğu çok aşikar.

Son dönemlerde ortaya çıkan devlet içerisinde kim necidir tartışmaları devletin ne zamandır içinde bulunduğu aczi gösteriyor. Devlette kim necidir olur mu? Devlet vardır. Devletin kurumları vardır. Bunların belirlenmiş sorumlulukları vardır.



Bu 8 yıllık cinayetin dava takibinde yaşananlarla ilgili devlet içerisindeki köşe kapmacada herkes kendisine yakın devlet görevlilerini aklamaya çalışıyor.

Bütün aktörler için geçerli. Şüpheli sıfatında olan insanlar bu ülkede üst makamlara getirildi. Daha çok yetki verildi. Kimisi bakan oldu. Kimisi emniyet müdürü oldu. Kimisi de MİT Bölge Müdürü oldu…

Kimin neci olduğunu bilmiyorum ama dışarıdan gördüğümüz kadarıyla cemaate yakın, hükümete yakın, eski Türkiye’ye yakın, ergenekoncuya, orduya yakın olanı hepsi bu cinayetin içinde.

MANİPÜLE EDİLİRSE BAĞIRA ÇAĞIRA KARŞI ÇIKACAĞIZ

O iddianameyi görmemiz lazım. Eğer savcı iddianamede kimlerin soruşturulacağı belli -isim isim belli olan- liste içerisinde seçim yaparsa veya kurumlar arasında bir seçim yaparsa, hakkaniyetli ve adil soruşturmadan ziyade manipüle edilecek bir siyasi manevra içerisinde olursa o gün kalkıp bunu bağıra çağıra söyleyeceğiz.

8 yıldır söylediğimiz gibi yine söyleyeceğiz.

Mahkeme kapılarında isimlerini taşıdığımız en azından bu kadarını bilebildiğimiz isimler var.

İddianameyi görünce daha net konuşabileceğiz.

Ben aynı zamanda savcıyı cesaretlendirebilmek için de dilimi tutuyorum.

Savcının iddianameyi hazırlaması aşamasında -niyet okuma yapmak istemiyorum ama- mesela Engin Dinç’in soruşturulmaması henüz ifadeye çağırılmaması negatif yönde bir his veriyor hepimize.

Daha önce de Engin Dinç ifadeye çağırılmıştı. Hükümet sorgulanmasına izin vermemişti. Şimdi ne olacak?

Bu iktidarın Dink soruşturmasına izin vermemesi yeni değil. Daha önce de MİT’çilere izin vermedi. Sonra izin verdiğinde dava zaman aşımına uğradı. Soruşturulması mümkün olmadı.

PESPAYE YÖNETİM BİÇİMİNDE YAŞIYORUZ

Biz bunları çok gördük. O zaman savcı iddianamesini hazırlar, kalkar söyler. Bu adamın soruşturulmasına engel olan mekanizmayı ifşa eder. Yargı bağımsızdır. Savcılar Cumhuriyet savcısıdır. Özgürdürler. Bizi bu konuda bilgilendirmelidir.

Biz de o zaman savcının iyi niyetli olduğunu ama iktidarın bu işin örtbas edilmesi için uğraştığını düşünür daha net konuşuruz.

O kadar pespaye bir yönetim biçiminde yaşıyoruz ki o kadar bağımsız olması gereken kurumlarımız angaje olduğu bir dönemden geçiyoruz ki her şey olabilir. Savcının bu iddianameyi hazırlaması esnasında cesaretlendirmek için görevi layıkıyla yapması için endişelerimizi çok fazla dillendirmiyoruz.

Sorumlu davranmak gibi bir reflekse sahibiz.

Savcı kendini engelleyen mekanizmaları açığa çıkarmalı diyorsunuz. Daha önce ifadeye izin vermeyen mekanizma savcının bunu yapmasına izin verir mi?

BENDEN DAHA ÇOK ADALETE GÜVENMİYOR

Biz bir dönemden bahsediyoruz. Bu dönem Türkiye’nin kodlarının çok fazla yerinden oynadığı bir dönem.

Fakat bütün bunlar olurken devleti katıl olmaktan çıkaracak devletin kafasındaki beyaz bireyi çıkaracak yegane güvenilecek şey hukuk olmalıdır.

Hukukun bütün bu süreçlerden bağımsız olarak kendi işlevini yapan, bağımsız, şeffaf, adil bir hissiyatla vatandaşına güven vermesi lazım.

Fakat bugün sanırım adalet mekanizmasına Erdoğan benden daha fazla güvenmiyor.

ERDOĞAN ADALETİ ELE GEÇİRMEK İSTİYOR 

Ben güvenmediğim zaman buna isyan ediyorum. Bunun daha adil çalışması için mücadele ediyorum.

Erdoğan ise orayı ele geçirmekle kendisini iyi hissedeceğini düşünüyor. 

Bizim tek beklediğimiz bu iddianame.

Engin Dinç çok önemlidir. Ramazan Akyürek, Muammer Güler, Celalettin Cerrah da bir o kadar önemlidir. Kendi bulunduğumuz pozisyondan bizim tarafa (tırnak içinde söylüyorum) yakın olduğunu varsaydığımız insanların bu siyasi kavgalarda Dink cinayetine kurban edildiğini falan da çok fazla düşünmesin.

Bu isimler belli. AHİM kararında belli. Devlet Denetleme Kurulu’nda belli. Bunların hepsi şüphelidir. Elbette sorgulanmalıdırlar. Tutuklanma tutuklanmama ayrı bir tartışma o.

Ama zaten tweet attığı için tutuklananların olduğu bir ülkede de Dink cinayetine yol verdiği için birilerinin tutuklanması bu kadar ürkütmesin insanları.

Bugün AK Partiye muhalif olan kesimlerin veya cemaatin arkadaşlarımızın cinayet dosyalarında ismi geçen insanların demokrasi kahramanı olup avatar resmi yapıp da çok fazla savunmasını şık bulmuyorum.

Durun bakalım ya. Durun biz 8 yıldır bu isimleri zikrediyoruz. Bu kavgadan önce de söylüyorduk zaten. Biz teknik bir şeyi takip ediyoruz. Biz meseleye kim, neci, hangisinden, kimden gözüyle bakmıyoruz ki.

Biz teknik olarak somut bir cinayetin öncesinde yaşananlar ve sonrasında yaşananları ve 8 yıl boyunca yaşananları okumaya çalışıyoruz. Ve bunun üzerinden taleplerimiz var.

Taraf Gazetesi'nin Baransu'nun tutukluluğu konusundaki tutumu eleştiriliyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

O röportajda tutuklanmadan önce işine son verildiği anlaşılıyor. Tutuklandıktan sonra değil. Ama ben bir süredir zaten Taraf gazetesinin önüne gelen her belgeyi basan bir gazetecilik anlayışından daha enformatif bir gazete yönüne gitmesini, belgelerde daha seçici olması yönünde hissiyatım var.



Mehmet’in durumu sanırım bununla ilgili. Mehmet’in tutuklanmasına elbette karşıyım aynı Hidayet Karaca’ya, Ekrem Dumanlı’ya olduğu gibi. 

BirGün gazetesinin basılması ya da Karşı gazetenin basılmasında olduğu gibi… Ama daha önceden bir şeklide gözaltına alınan ya da tutuklanan insanların maruz kaldığı muameleler esnasında gösterilen tavırlar bugün yaşanan haksızlıklar karşısında daha yüksek sesle tepki gösterilmesine mani oluyor olabilir Mehmet’in meselesinde.

Sanırım insanların kırıldığı, kırgın olduğu bir taraf var. Benzer durumda olan insanlar içerideyken bir sürü yayınlar yapıldı.
 
"Halife geliyor hazır olun"  diyen bir il başkanının olduğu ülkemizde Başkanlık sistemine nasıl bakmalıyız?

Kutuplaşma tarihte hiç olmadığı kadar keskin. Karpuz gibi ikiye bölünmüş bir ülkeyiz. AKP’ye karşı olanlar ve destek olanlar olarak ayrılmış durumdayız. Yani AKP’nin kendi içindeki bölünmeleri bile neredeyse görmezden gelinmeye başlandı.

KAFASINDAKİ SİSTEM GELECEK KORKUSU OLUŞTURUYOR

Bu iki taraftan bir tanesinin herhangi bir kazanımı diğer kesime kendisini tehdit edilmiş algısı yaratıyor veya bunun tam tersi. Bugün Erdoğan’ın biraz daha güç kazanması ve kafasındaki sistemi kurguluyor olması toplumun yarısı açısından büyük bir tehdit. Gelecek korkusu halinde ortaya çıkıyor.

GÜL GİBİ İMKANLARI OLAMAYACAĞINI DÜŞÜNÜYOR

Erdoğan elindeki gücü kaybettiği takdirde Türkiye’de ki herhangi bir cumhurbaşkanlığı görevi yapmış insan gibi gidip köşesinde evde oturup Abdullah Gül gibi mesela vakıflarla, siyaset dışındaki şeylerle ilgileneceği imkanlar olamayacağını düşünüyor.

İktidarda kalmalı. İktidardan düştüğü anda başına iş gelecek gözüyle bakıyor. Bu çok gergin ve endişeli bir durum.

Demokratik ülkelerin olağanları dışında bir durum. Kutuplaşmanın belli ki uzun vadede Erdoğan güç kazansa da kaybetse de daha da yarılacağı daha da keskinleşeceği bir durum var.

Bunu tehlikeli buluyorum. Erdoğan’ın halifeliği falan o il başkanının halt etmiş olması olabilir.

Erdoğan neden bu kadar kutuplaşmaya gidiyor?

Erdoğan’ın ve siyasi hareketinin maksimum zirveyi gördüğünü düşünüyorum. Şuanda Ak Partiye oy vermeyenler ölsem oy vermem hissiyatında.

AKP'NİN EN FAZLA ALACAĞI OY YÜZDE 52

Ak Partiye oy veren kesim ise içlerinden bir kısmı bu oyunu değiştirebilir durumda. Yani AK Partinin bugün gördüğü en fazla oydan daha fazla oy alacağı sosyolojik ortamda olduğumuzu düşünmüyorum. Bu cumhurbaşkanlığı seçimindeki yüzde 52’dir.

Fakat bu yüzde 52’nin değişkenlerle siyasal ve sosyolojik değişkenlerle düşme ihtimaline karşı Erdoğan kendi tabanını kutuplaştırmaya ve kemikleştirmeye çalışıyor. Bu kemikleştirme onlara sürekli mükafat vererek olmaz.

Onları aynı zamanda korkutmak gerekiyor. Bunu da durmadan İnönü CHP’sinden bahsetmekle, gezicileri başörtücü avcısı ilan etmekle ya da cami talancısı olarak göstererek yapıyor.

HER ŞEY TABANI KEMİKLEŞTİRMEK İÇİN

Ahlaksızlar çatışında hepimizi toplaması hepimizi İsrail ajanı Amerika bilmem nesi falan bundan…

CHP, HDP, MHP, cemaat, ermeni lobisi aynı yerde gibi akılların tahayyül edemeyeceği çarpıtmalarda bulunması kendi tabanını bu anlamda kemikleştirme çabası yüzünden.

ÜLKE YÖNETİLEBİLİR OLMAKTAN ÇIKTI

Siz bunu başarırsınız ama yastığa başınızı huzur içinde koyamazsınız. Bu kadar gergin bir toplumda  -Bülent Arınç’ın haklı bir beyanı var - ülke yönetilebilir olmaktan çıkabilir. Ama iş işten geçti artık.

O noktayı aştık yaşadığımız bu gerçekliği nasıl halledeceğimizi düşünmeliyiz. Bu yüzden 7 Haziran seçimleri çok önemli. Bu toplumun rahatlayabilmesinin tek formülü -yüzde 10 baraj gibi bir anti demokratik uygulamanın olduğu yerde- toplumsal  temsiliyetin gerçek anlamda karşılık bulmasından geçiyor.

Şöyle düşünün ;

HDP barajı geçemezse bu toplumun yüzde toplamda kararsızlarla beraber ya da küçük partilerle beraber yüzde 20-25’den fazlası temsil edilemez hale gelecek. Bu kutuplaşmayı çok fazla arttırır.

Umarım ki meclis aritmetiği içerisinde biraz daha dengeli bir sonuçla karşı karşıya kalırız. Umarım ki gittikçe nobranlaşan, otoriterleşen ve sözünün şiddetle toplumda polis kurşununa dönüştüğü hale gelen iktidarın biraz daha terbiye olmasını sağlayacak bir sonuçla karşılaşırız.

Muhalefet partilerinin tek ses olup karşı çıktığı İç Güvenlik paketi kimin güvenliği için çıkıyor? Bu paketin amacı ne? Belli ki anlattığımız bu tablo içerisinde kendilerini hissetmenin bir yöntemi olarak bu İç Güvenlik Paketini icat ettiler.

Ama dünyanın en çok çocuk öldüren ve sivil öldüren ülkelerinden bir tanesi olarak Avrupa’nın özellikle, insanlara daha çok ateş ederek, polise daha çok insan öldürmesine yol açacak haklar vererek istihbaratı herkesin hayatını daha fazla didikleyeceği imkanlar vererek bir huzur ortamı sağlanacağını düşünüyorlarsa tarih bilmiyorlar demektir.

Polise daha çok insan öldürme yetkisi verdiğiniz gün polisin öldüreceği ilk insanın vebali siyasi partinizin tabelasının boynuna asılır.

KORKU BULAŞICIDIR AMA CESARET DE BULAŞICIDIR

O polisin işgüzarlığı, polisin orantısız şiddet kullanması değil o cinayette katilin sizinle aynı fotoğrafta görünmesine yol açar. Bu ülkede korkuyu bulaştırabilirsiniz, korku bulaşıcıdır ama cesaret de bulaşıcıdır.

Bunun örneklerini Gezi başta olmak üzere gördük. Çok hayırlı bir yöntem değil. Ben iktidarında kendini çok güvende hissedeceği mekanizma olduğunu düşünmüyorum güvenlik paketinin. Başlarına bela alacaklar. Toplumun başına bela açacaklar bundan da nasiplerini alacaklar.

HDP-Hükümet açıklamalarından sonra bazı maddeler İç Güvenlik Yasasında geri çekildi. AKP, HDP ve İmralı'ya karşı elini güçlendirmek mi istiyor?

Geri çekilen maddeler teferruat. Bakın halkta şöyle bir algı var; İzmir’deki Kemalist bir bayana sorun paketin kendisini vurmak için olduğunu söyleyecek. Diyarbakır’da Kürt gence sorun aynı cevabı alacaksınız. İstanbul’da sorun, gezi eylemcisine, HES’e karşı çıkan vatandaşa, Yırcalılara sorun…

KURŞUN ADRES SORMAYACAK

Toplumda Ak Partiye oy vermeyen bütün kesimler bu paketin kendisini hedef alan bir paket olduğuna dair kaygı taşımaktadır. Hepsinin haklılık payı var. Çünkü orada kurşun adres sormayacak!

Tokat’ta HES’e direnene karşı polisin müdahalesini gördük. ‘Sık ulan sık’ı gördük. İktidar önlem olarak düşünebilir. O zaman da bütün o kesimler buna karşı bir refleks geliştirecektir.



Toplumun yüzde 60’ını falan bir kesimini terörist ilan edemezsiniz. Devletin bütün imkanlarıyla saldıracak bir hazırlık içinde olamazsınız. Hiç kimse güvende olmaz.

Ülkeyi T.C olarak yönetmek yerine A.Ş olarak yönetilmesi isteğini ilk kez duyuyoruz. Sizce nasıl bir fikir?

BÜTÜN MEMLEKETİ ŞANTİYEYE ÇEVİRDİLER

Bağımsız lider, güçlü lider, milli irade söylemleri çok ilginçtir. Hayır. Bu adamlar dünyadaki emperyalist sistemi veya Türkiye’deki kapitalizmin en ciddi savunucuları.

Biz Venezuella’nın liderinden falan bahsetmiyoruz ki hangi bağımsızlıktan hangi emperyalizmin karşıtlığından bahsediyoruz. Bütün memleketi şantiyeye çevirdiler.

Bütün memleketi arsa kovalayan, metre kare hesabı yapan müteahhit zihniyetiyle yönettiler. İnşaatlarda ölen işçi sayısıyla Avrupa’nın bir numarası olmamıza yol açtılar. Madenlerde de aynı.


3. Köprü yapılacak. Yabancı firmayla anlaşılıyor. Erdoğan onun elini sıkarken 5 yılda değil 4 yılda diye zorluyor.

Tamam 4 yılda yapılsın ama biz o yılda verilen sözün arkasından inşaatların temellerine işçi gömüyoruz.

Ülkeyi zaten esnaf zihniyetiyle yönetiyorlar. Tamamını böyle yönetiyorlar. Bütün meselelere bakışları bu. 

Erdoğan’a bu samimi itirafı için teşekkür ederim. Evet burayı bir anonim şirket gibi yönetiyor.

TÜRKİYE ACIMASIZ, GADDAR, KÖTÜ YÖNETİLEN PATRON ŞİRKETİ

Sosyal devlet hukuk devleti falan gözüyle bakmıyor. Şirketin karları üzerinden bakıyor. Bu şirketin karları toplumun bütün kesimlerine ortak kar dağıtımıyla falan da yürümüyor. Şirketin bir patronu var.

Onun bir yakın çevresi var. Bu şirketin kar marjını cebine koyanlar bunlar. Bin lira için Soma’da 301 insan öldürüldü. Bin lira kazanıyordu o insanlar. Bir yaşam odasının ne anlama geldiğini yakın zamanda meydana gelen 2 ülkedeki maden kazalarında gördük. 400- 500 insan madende kaldı ve bir kişi bile ölmedi.

Bugün başımıza gelen bütün felaketler o şirketin kar etme mantığından. Tabandaki insanların, emekçilerin, kadınların, çocukların haklarını ihmal ettiği yerlerden çıkıyor. Evet burası acımasız, gaddar, kötü yönetilen bir patron şirketi.

Hakan Fidan vekil adaylığını geri çektiği gün tekrar MİT’in başına getirildi… Hukuk yok sayıldı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ben oralara çok takılmıyorum. Ne zaman istifa eder ne zaman başa getirilir falan buraları geçtik. Hukuksuzlukların, işini görmek için teamüllerin bu kadar yok sayıldığı bir dönemde bu da yapılır. Sorun şu; bir cumhurbaşkanı veya dönemin başbakanıyla bir MİT Müsteşarı'nın arasında sır küplüğü.

Elbette bizim bilmememiz gereken istihbarat faaliyetleri vardır. Bu işleri yaparlar falan anladık. Başımıza felaketlerin geldiği, ölümle sonuçlanan meseleler var. Bunlar yargıya gitmedi.

Roboski'yi bilmiyoruz. Roboski’de ki bir iddia Erdoğan’ın verdiği istihbarattan olduğu. Bir diğer iddia da MİT’in verdiği. Fakat biz bunu sorgulayamadık.

Reyhanlı’yı bilmiyoruz. Paris cinayetlerini, otobüste yakılan Serap’ı, Şah Fırat meselesini bilmiyoruz…

Diyelim ki MİT’in karıştığı suçlar var.

Soruşturmanın yapılması için Başbakanlık tarafından izin vermesi lazım. Ve sen izin vermedin. Bu konuda kan yerdedir. 

Aynı zamanda istihbarat kurumunun iktidar partisi için gerektiğinde görevini yapması gerekmiyor mu?

Bugün Ak Parti içerisinde istihbaratın da dikkatini çekecek sıkıntılara yol açacak bir uygulama varsa MİT kalkıp bunu yargıya taşır mı? Birbirini aklama üzerine bu kadar çok suçun işlendiği, yargıya taşınmayan onlarca suçun işlendiği bir yerde nedir bu sırdaşlık?

BİRBİRİNİZİN HANGİ SIRLARINA SAHİPSİNİZ? 

Bütün muhalefet partileri MİT tarafından kendilerine bir takım operasyonların yapıldığından bahsediyorlar. Bürokraside, üniversitelerde, sokakta fişlemelerin olduğu söyleniyor.

Peki MİT (ülkenin çıkarları) eşittir Ak Partinin çıkarları düsturuyla bir siyasi partiyi kayırıp diğer siyasi partilerin başına çorap örüyor olabilir mi?

Neydi mesela Erdoğan’ın ailesine suikast meselesi? Bilmiyoruz. Koca koca yüz binler satan gazetelerin manşetlerinde çıktı. CHP’yi suikast düzenleyen terör örgütü ilan ettiler. Şimdi CHP Genel Başkanı MİT’le ilgili şüphelerinin olduğunu söylüyor. Nasıl ortaya çıkacak? Hangi kapıyı çalalım bunun için?

Türkiye’de bütün kurumların siyasileştiği, siyasetin etkisi altında kaldığı bir gerçeklik var. Bağımsız olması gereken bütün kurumlardan bahsediyorum. Bunlardan en tehlikelisi MİT. Elindeki olağanüstü yetkileriyle başına iş açma yeteneğine sahip.

Türkiye’de geçmişten bu güne bakacak olursak MİT öyle çok hayırlı bir kurum değil. Bugünki MİT hayırlı mı? Partili bir istihbarat başkanı var başında. Hakan Fidan hayırlı işler yapmış olabilir ama yönettiği kurum aklanmamış, davalarda şüpheli durumda. Onu da koruyan bir siyaset var. Bu sırdaşlık beni çok korkutan bir sırdaşlıktır.

Sizce ‘sır küpü'nün Erdoğan’dan habersiz adaylığı mümkün müydü?

Ama olur mu öyle şimdi. Bir şirkette bir patron var. Patronun altında çalışanların patronu ezerek kendi kendilerine karar vermeleri mümkün olur mu? Burası bir anonim şirket.

Erdem Başçı’yla sıkıntılar ‘tatlıya bağlandı’ denildi MB faiz indirimine gitmedi.  Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ekonomiye dair derin bilgim yok ama şunu biliyorum; ekonomik gidişatın ve doların yükselişinin gerek bankalarla iktidarın arasındaki ilişkinin, gerek serbest piyasaya fazlasıyla müdahil olan bir iktidarın varlığı, bir takım şirketleri muhalif olduğu gerekçesiyle devletin enstürümanlarını kullanarak cezalandıran bir mantık var.

Mualif her şirketin kapısına maliyeci 
gönderen, RTÜK’le medyaya baskı yapan, ellerinden ihaleleri alıp başkalarına vermek gibi bir yönetim anlayışının olduğu aşikar.

Bu şekilde parayı disipline edemezsiniz.
Hele yabancı sermayenin ekonomimizde bu kadar etkin olduğu bir dönemdeyken.

Gezi'de dolar 1,80’ken 1,90’a çıktığı için eylemcilerin tamamı aşağılık varlıklar, Amerikan uşakları ve dış güçlerin baronları oldu.

Erdoğan'dan bunları dinledik.

Şimdi doların 2,10’dan, 2,60’a çıkmasında Erdoğan’ın buradaki beceriksiz ve egolu yönetim anlayışının bir katkısı varsa bütün o söylediği sözleri iade ediyorum Erdoğan’a.

Bir toplumsal eylem -haklı bir eylem- karşısında kullanılan bu dil bugün fazlasını hakediyor demektir.

Bir iktidar anketlerde kendini istediği oranda göstermeyen bir şirkete baskın yapıyorsa, bankaları haklı olmadığı halde batırmaya çalışıyorsa, serbest teşebbüsle kurulan okulları kapatmaya çalışıyorsa dünya nezdinde bunun bir karşılığı vardır.

Dünya da bunu daha yüksek sesle telaffuz etmeye başladı. Dolayısıyla bunun ekonomik sonuçları da olacaktır.

Dünyanın Türkiye’ye göstereceği bu tepkinin karşılığı olacak mı sizce?

Elbette. Demokratik kurumların işlemediği ve siyasetin parayı rehin aldığı -şirketi rehin aldığı- bir ekonomi içerisinde kendisini güvende hissetmezse çeker gider.

Erdoğan'ın muhtarlar toplantısını nasıl okuyorsunuz? Gazeteci olarak soru sorulamıyor kendisine. Muhtar kılığında Kaçak Saray'daki toplantılara katılmak ister misiniz? Ne sorarsınız?

Erdoğan cumhurbaşkanı olmadan önce sıradan biri olmayacağını söylemişti. Sihirli cümle: "Siyaset yapacağım" demişti. Ve yapıyor. Meydanlarda çıkıyor -bağımsız ve tarafsızlık yemini etmiş bir cumhurbaşkanı olarak anayasa orada dururken- ana muhalefet partilerine küfrediyor, hakaret ediyor.



Ak Parti için 400 milletvekili istemeye gidecek kadar aktif siyaset yürütüyor- Davutoğlu’nu düşürdüğü durumda ortada-. Bunu yapabilmek için de Erdoğan’ın kürsüye ihtiyacı var.

Bu kadar çok açılışa katılmasının niye açıldığını bilmediğimiz bir sürü açılış konuşmasının Başbakan gibi 20 tane televizyon kanalının canlı vermesini sağladığı gibi muhtarlarda da bahane oldu. İyi oldu.

ERDOĞAN'A EN TEHLİKELİ NASIL BESLENİYORSUNUZ SORULARI

Muhtarlar da çok ihmal edilen bir kurumdur. Kurumsal olarak sadece ikametgah ve nüfus sureti verir diye düşünürüz. Bu garip uygulamanın en azından muhtarlara bir faydası olur.

Ne sorardım kısmına gelince öyle tek bir soruyla olmazdı sanırım. Kendilerine karşı itirazları şüpheleri olan kesimlerle daha fazla temas kurması daha iyi olurdu. Artık bir parodi izliyoruz.

Erdoğan’a soru soracak 3-4 adam var. İçlerinden gelen en tehlikeli soru Mehmet Barlas’ın nasıl besleniyorsunuz, nasıl bu kadar enerjiksiniz kıvamında sorular. Oysaki bu ülkede bir sürü iş oluyor.
 
Geçenlerde azınlıklarla ilgili bir toplantı oldu mesela ben davet edilmedi. Hayır ben aman davet edilmedim kısmında değilim. Davutoğlu’na gerçekten bir soru sormak isterdim belki.

Oraya gidip ayakkabı fırlatacak halimiz falan yok herhalde. Biz Başbakan’la bir gazetecinin arasındaki diyalog nasıl olacaksa onu öyle yapacak bir insanız.

Muhalif olan insanları bırakın soru sormayı akreditasyonla binalara sokulmadığı bir dönem yaşıyoruz. Bunu ordu yapardı bir ara çok kızardı muhafazakar kısımda. Valla 4 katını falan yapıyorlar şimdi.


 
Bu sorunları nasıl aşacağız?

Benim geldiğim gelenek sol gelenektir. Sol gelenek hayatın beğenmediği yönleri için bir tek iddiası olur mücadele eder. Bu nasıl değişecek sorusuna en güzel cevabı gezideki çocuklar verdi. Bu daha başlangıç dedi.

Herkes kendi bulunduğu yerden kendi ülkesini daha demokratik, şeffaf, onurlu ve mutlu bir hayat yaşayabileceğimiz bir ülke haline getirmek için mücadele edecek.

Türkiye gibi bir ülkede egemenler hep hainlik olarak nitelendirdi.  Erdoğan’da bugün vatan haini diyor. Ama vatan hainleri en fazla bir ülkenin yüzde 10’unu kapsıyordu. Buna MGK karar verirdi.

Şimdi toplumun yüzde 60’ı falan hain oldu. Hain olan kısım kendilerine hain denilen bir ülke olmaması için mücadele edecekler.

Mücadelemiz özgür, şeffaf ve demokratik bir ülke olması için…

Elif Kaya | KARSIGAZETE.COM.TR
  • volkan aslan
    editör? volkan aslan - 23 Mart 2015 "bir fiil" ne demek? sizin editörünüz yok mu?
  • volkan aslan
    volkan aslan - 23 Mart 2015 düzeltme ve söyleşi için teşekkürler...
  • sevda doğan
    Karşı'da bir düzeltmen yok mu? sevda doğan - 23 Mart 2015 Gezi hem bir parkın hem de toplumsal bir olayın adı; dolayısıyla özel isim ve baş harfinin büyük yazılması, aldığı eklerin kesme işaretiyle ayrılması gerekiyor. Hayır, basın-yayın kuruluşları dile karşı bu kadar özensizse, kitap okumayan sanatı bilimi takip etmeyen ortalama vatandaş da Tarzanca konuşur elbette.

:

:

:

:

"Bağdat: Türkiye acımasız, gaddar, kötü yönetilen bir patron şirketi" hakkında Tweetler

DİĞER RÖPORTAJ HABERLERİ

KARŞI VİDEO
https://twitter.com/KarsiGazete