Generalin nikâh şahitliği

21 Mayıs 2016 - 19:05
Eskide insanlar, çok sevdikleri kişileri çocuklarının nikâh şahidi yapardı. Kafalardaki ve kalplerdeki düşünce ve duyguların değil, üstlerindeki kürkün itibar gördüğü günümüzde ise ömür billâh gölgesinde nemalanacakları bir kürkü olanları nikâh şahidi yapmanın arayışındadırlar.
Her iki zamanın hali pür mealinde de kılınacak nikâha şahitlik edenler, bekleneni ifa etmeden önce bu şerefli görevin kendilerine ne kaybettirip ne kazandıracağının hesabını en az kırk kere yaptılar, yapıyorlar. Zira tarafların toplumdaki yeri ve amelleri bir gün gelir de toplumun kuralları ve değer yargılarıyla çelişince, o nikâh anı, geçmişte kaldığına bakılmaksızın şahitlerin aleyhine olacak şekilde her türlü bahse konu edilebilmektedir.

Bu konuda ülkemizin merkezinde de taşrasında da durum aynıdır.

Merkezden örnek vereceğimiz Süleyman Demirel’in, nikâh şahitliğini en çok önemseyen ve yapan devlet büyüğümüz olduğunu herkes bilir. Fakat inanıyoruz ki onun şahitliğini, yaşamları boyunca kendileri için bir mutluluk ve iftihar vesilesi olmanın ötesine taşıyacak bir Allah’ın kulu da çıkmaz.

Kendi memleketimizden vereceğimiz örnek de Turhan Tayan’dan başkası olamaz. Türkiye onu sekiz yıllık mecburi ilköğretim de dâhil eğitim müfredatını dünyanın gelişmiş bilimsel eğitim sistemine entegre etme gayretindeki milli eğitim bakanlığı ile ülkemizi demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti kimliği ile dünyada koruyup kollayan milli savunma bakanlığından bilir. Biz Bursalılar ise kimimiz yakın aile ve sosyal çevremizden kimimiz de Bursa yerelimizden biliriz, onun, modern cumhuriyetin eriştiği noktadan geriye düşmesine tahammülü olmayan bir devlet ve halk adamı olduğunu.

“Turhan Tayan, siyasi kimliği ile sadece nikâh şahitliği yapacağı düğünlere değil, sıradan biri olarak çağrılı olduğu düğünlere de orada bulunması siyasi ahlâkına ve insani davranışlarına en ufak bir eleştiri getirecekse, asla katılmaz” demişti babam. Şimdi anlıyoruz ki Turhan Tayan bu ilkelerin samimi müdafisi olduğu içindir ki kendisi gibi cumhuriyet kültürünü sahiplenen Bursalıların önemli bir kısmını AKP’nin afyonlamasından kurtarmak için eski bir Adalet Partili bakan olarak bir önceki dönem CHP’den Bursa milletvekili seçildi.

Geldik mi, Hulusi Akar’ın, Tayyip Erdoğan’ın ‘babasının danışmanlığını yapan’ kızının nikâh şahidi olduğu bugünkü düğüne?

Hulusi Akar, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin genelkurmay başkanıdır. Bu cumhuriyet, her yönüyle dünyadaki uygarlaşmaya ve demokratikleşmeye ayak direyen tek kişinin keyfi yönetiminde ve uzun sürede çürüyerek yok olma aşamasına gelen bir imparatorluğun küllerinden yeniden diriltilerek güçlü kılınan bir milli devlettir.

Felsefesiyle, faziletiyle bunu kuran da, Türklerin binlerce yıllık devlet kuruculuğu geleneğinden gelen seçkin ve yüzde doksanı da asker kökenli olan bürokratlardır. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri, dünyadaki diğer silahlı güçler gibi salt sınırları korumak amacıyla elde tutulan paramiliter güçler değildir. Demokrasisinden ekonomisine, hukukundan eğitimine devleti ve milleti her açıdan ve her alanda yeniden şekillendiren kurucu iradenin ocağıdır.

Dünyadaki muasır medeniyetin yöneldiği ucu açık demokratik düzlemde yol alan bu kurucu irade, gittikçe askeri vesayetten kurtularak tamamen millete ait hale geldi. Demokratikleşmenin gereği Türk Silahlı Kuvvetlerinin rejim üzerindeki etkinliği haliyle azaldı. Lakin rejimin demokratik karakterinin güçlendirilmesine fırsat verilmedi ve yalnızca demokrasisi değil devlet her yönüyle zayıflatıldı. Veya şeklen demokratik gösterilen kurumların içi boşaltıldı.

En kötüsü ise cumhuriyetin vicdanı ve irfanı hür felsefesi yerine Tanrı’ya değil kula biat felsefesi ikame edildi. Milli Eğitim Bakanlığına laik ve bilimsel eğitimden el çektirildi, yediden yetmişe millet, şeytanın elçileri olan tekke şeyhlerinden, hurafeci din bezirgânlarından medet umar hale getirildi. İnsanlar kendisini, çevresini, ülkesini ve dünyayı

bilmez, tanımaz duruma getirildi. Bu bir toplumsal mühendislik projesiydi. Bu projeyle bireyler ve toplum önünü göremeyecek, ne yapacağını ne söyleyeceğini bilemeyecek derecede iradesiz kılındı. Etnik talepleri demokratik yöntemlerle çözülmesi mümkünken, Kürtlere de şiddetin yolu gösterildi.

Tayyip Erdoğan ise ülkenin seçilmiş cumhurbaşkanıdır. Devlet adamı pozisyonunda iken hiçbir devlet teamülünü tanımıyor. Kendisini o makama getiren yasalara uymuyor. Ekonomiden kürtaja, yargıdan televizyon programlarına kendini her konuda uzman ve mesul biliyor. Her yaptığını oldubittiye getiriyor ve hiç kimsenin kendisini hiçbir şekilde eleştirmesine de tahammül etmiyor. Demokrasiyi, demokrasiyi bitirme aracı olarak kullanıyor. Demokrasinin teminatı olan güçler ayrılığını ortadan kaldırıyor. Yürütmenin başında zaten kendisi var, yasamayı da yargıyı da vesayetine alıyor. Hangi yöne baksa o taraf kendisinin istediği şekilde hizaya giriyor. Birleşmiş Milletlerden Rusya’ya, Amerika Birleşik Devletlerinden Avrupa Birliğine dünyanın güçlü devletlerine ve ortak kurumlarına, ülkenin aleyhine de olsa diplomatik dili aşarak veryansın ediyor. Yurtta ve dünyada kimin dost kimin düşman olduğunu, kime nasıl davranılacağını kendisinden başka kimsenin bilmesini istemiyor. Yaptıklarının, tek egemen gücün kendisi olması amacına yönelik olduğunu Mısır’daki sağır sultan dahi biliyor.

Yani bütün fikir ve amelleriyle, Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyetini kişisel ihtiraslarıyla özdeşleştirip, totaliterliği ile dünyaya gösterebilecek şekle dönüştürüyor.

Hulusi Akar’ı, cumhuriyeti kuran, bugüne kadar kollayan ve bundan sonra da koruyup kollamayı kanunen kendine görev addetmiş Türk Silahlı Kuvvetlerinin başındaki kişi ve demokratik laik iradenin de en etkili figürlerinden biri olarak bilirdik. Lakin sekiz şehidin milletin kalbinde istirahata çekildiği, ateşin düştüğü evlerde figanın arşa yükseldiği, acının vicdanı olanları kavurduğu bir Allah’ın günü, generalin, milletin kederini kendilerine dert etmeyenlerin saadetine şahitlik etme misyonuyla onların şenliğine icabet etmesi, hiç de şık olmadı.

Türk ırkçılığı yapmak başka bir şey, Türklüğün bu topraklarda özgür bir millet yaratacak kadar bütün etnik ve inanç toplulukları için yüce bir üst kültürün aidiyeti olduğunu söylemek başka bir şeydir. Eğer bir Türk subayı buna inanıyorsa, Türklüğü ayaklar altına alanlarla münasebetlerinde hüsnükabul görmeyecek davranışlarda bulunmamalıdır.

Askerlik bir harp sanatıdır. Milletin çocukları da savaşmak amacıyla orada bulunur. Tamam. Ama cumhuriyetin altını oymakla yetinmeyenlerin askerliğe ‘orası yan gelip yatma yeri değildir’ demesi ve şehitleri de birer ‘kelle’ olarak tanımlaması ile önceki söylem arasındaki farkı da bir Türk subayı iyi ayırt edebilmelidir.

Dünyanın hemen tüm ciddi basını ile ülkemizde hırsızların sürekli takviye ettiği havuzdan beslenmeyen basını takip eden herkes biliyor ki, yedi Haziran’dan sonra patlak veren terörün sebeplerini, iktidarı kaybetmek istemeyen Erdoğan’ın başvurduğu siyasi taktiklerin sonuçlarında aramalı. Dolayısıyla Suriye’deki meşru yönetimi devirmek ve yerine Müslüman Kardeşler terör örgütünü iktidara taşımak Türkiye’nin meselesi değildi. Bu, her kimin davası ise de o günden beri şehitlerimizin kanı demokratik ve laik cumhuriyetimizin bekası için akmıyor. Erdoğan’ın iktidarda kalma arayışlarının kurbanları olarak yere seriliyor bu koç yiğitler.

Bir zamanlar hemen her anketten Türk Silahlı Kuvvetleri ülkenin en güvenilir kurumu olarak çıkardı. Tayyip Erdoğan, her kimse onu ayakta tutan güçle birlikte devletin tüm kurumlarını kendi vesayetine almış gözüküyorlar. Elde kaldı Türk Silahlı Kuvvetleri. Onun da Fetullah’ın hâkimi, Erdoğan’ın da savcısı olduğu Ergenekon kumpasıyla kolunu kanadını kırdılar. Hepsinden önemlisi itibarsızlaştırdılar. Böylelikle Peygamber ocağı, tamamen kendilerinin vesayeti altına alınabilecek mi diye bugün de nikâh şahitliği gibi ‘insani durum hikâyeleri’ eşliğinde belki sınanıyor belki görücüye çıkarılıyor.

    :

    :

    :

    :

    "Generalin nikâh şahitliği" hakkında Tweetler
    YAZARIN DİĞER YAZILARI
    https://twitter.com/KarsiGazete